Ağlarken bahtiyar mısınız?

Fonda "hû", "hû" akan ney eşliğinde;

"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar" diye serenat yaparken Necip Fazıl'ın "Canım İstanbul"una, romantik mecazlar peşinde değillermiş, tam da bunu kast ediyorlarmış meğer...

Kış bastırıp da kar dökmeye başlayınca gökler; sanıldığı gibi örtülmüyor, aksine dımdızlak açığa çıkıyor orantısız fakirlik, orantısız sahipsizlik, orantısız açlık, açıklık, sefalet...

***

Çöp kutularını eşeleyen, yamalı paltolu yaşlı teyzelerin yaşadığı sokaklara bakan sıcacık evlerimizde, sıcacık çayımızı, çorbamızı, şarabımızı, çikolatımızı, sahlebimizi -yaşam tarzımızın fıtratı neyse- yudumlayıp, sosyal medyada kış güzellemeleri yaparak müreffeh olunmaz; değiliz de zaten.

O yüzden en tıka basa tok olduğumuz zanda bile açız. Kombilerimizi köklesek de üşüyoruz o yüzden içten içe...

Sosyal dayanışmanın oy rüşvetine indirgenmesini bu kadar rahat benimsemenin, yahut dış politikanın içeride kapılarımızın önünde kıvranan "sokak kedisi" formunda yeni ve bundan sonra bu ülkenin parçası olacağı muhakkak bir "nesil" türetmesini bu kadar kolay görmezden gelebilmemizin vebalidir belki bu ebedi yarım kalmışlık hissi...

***

Cayır cayır yanıp kavruluyor ruhumuz her gün İstanbul'da, eriyip bitiyor, tükeniyor; buz kesiyor en sonunda. Donup kalıyor; kapı duvar.

Şehrin orta yerinde, tenhada filan değil, herhangi birimizin pekala geçebileceği caddelerden birinde, içinde bir kadın ve çocuğunun bulunduğu araç ateşe veriliyor mesela.

Orantısız tavizin, müsamahanın; eşkıyalığı bir hizaya getirme, sindirme metodu olarak teşviğin olağan neticesi:

Azgınlık!

Bir anne ve 4 yaşındaki savunmasız evladı, üzerine benzin dökülmüş bir aracın içinde kıskıvrak haldeyken ateşe veriliyor; diri diri yakılmak isteniyorlar!

Bir sabah uyanıyorsunuz kredisini ödeyemediğiniz otomobiliniz kömür olmuş, işyeriniz öyle, evinizde otururken, salonunuzun ortasında bir molotof, mermi -ne çıkarsa bahtınıza- isabet edebilir "gerçek"lerden soyutlanabildiğinizi sandığınız korunaklı fanuslarınıza!

Ve Sivas'ta, Madımak'ta diri diri yakılan "insan"ların küllerinden bir "devlet düşmanlığı" serpenler kitlelerin içine -bakın görün- susacaklar sadece! Çünkü vahşete rağmen, bundan önceki sayısız vahşete-caniliğe-cinayete rağmen olduğu gibi PKK oturulabilir, konuşulabilir, uzlaşılabilir bir "temsilci" hâlâ onlara göre!

Serap Eser'in vebalini ödüyor bu koca metropol bence!

Üniversiteye hazırlanmak için gittiği dershaneden evine dönerken bindiği belediye otobüsünde, diri diri yakılan 17 yaşındaki o genç kızın, acılar içinde kıvranarak can veren o yaralı bedeninin, yaralarının üzerinde kurulan müzakere masasının, çekilen halayların, "megri megri"lerin bedelini ödüyor!

***

"Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;

Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar"

... diye seslendiklerinde o heybetli kürsülerden, avuçlarınız patlarcasına alkışladınız ya "ne diyor" diye sorgulama ihtiyacı duymadan...

Her gün sebep yağıyor başımıza; bir vesileyle ağlıyoruz illa...

"Bahtiyar" mısınız sahi!

Bir + Bir = Bir

1-294.jpg

İlk defa çocukluk arkadaşım Avukat Dilşat Aydın'dan duydum Mustafa Recep Kolcu'nun adını. Yazdığı kitaptan, "Bir+Bir=Bir"den de yine Dilşat sayesinde haberdar oldum; o hediye edince.

Ne yalan söyleyeyim, yeni yılın ilk günü -nedense- üzerimize çöken o miskinlik saatlerinde ağır siyasete, trajik hatıratlara, küresel senaryolara, komplo teorilerine kafa patlatmak "çekilmez" gelince "hatır için" okumak üzere aldım denemelerden oluşan kitabı elime. Ve bitirmeden bırakamadım.

Yayınevinin sorumluluğunda olması gereken teknik sorun/hataları saymıyorum, yazarın anlattıkları, anlatmayı amaçladıkları okunmaya layık bence.

Hani "boş zamanlarımda kitap okurum"/ "kitap boş zaman işi mi" polemiği var ya; bu kitap sahiden de "boş" bir zamanınızda, "bomboş" hissettiğiniz bir anda okunmalı hatta; dolmak için!

Bizim oralarda, Tekirdağ'da hayli de şöhretli anladığım kadarıyla Kolcu, sadık bir okur kitlesi var. "İnsanın istatiksel bir rakama indirgenmesi"ne tepki yazdıklarının bütününü tek cümlede özetlemek gerekirse."Modern insan"ın meseleleri yani;

Mutluluk-mutsuzluk-edep-vefa-ıssızlık-yalnızlık...

***

Bu da olmuş ama, kitabın selam faslındaki "Yazar uzun uzadıya yazılmayı hak etmek istedi" iddiasına binaen;

Daha çok yazarsa Kolcu'dan daha uzun bahsedileceği günler yakındır bence...

Yazarın Diğer Yazıları