İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasında dün akşam imzalanan mutabakat hakkında konuştu. Güvenli bölgenin altında kalan terörsit unsurlarının durumunun ne olacağının ve ellerindeki silahların nasıl toplanacağını soran Ağıralioğlu, “Soçi Mutabakatı’nda Kamışlı bölgesinin -Suriye’nin hava üssü sebebiyle- kapsam dışında tutulmasının ilerideki mahzurları iyice düşünülmüş müdür?” ifadelerini kullandı.
İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
"Dün akşam itibariyle Rusya ile varılan Soçi Mutabakatı ve Millî Savunma Bakanlığımızın yapmış olduğu açıklama ile geldiğimiz noktayı “kısmî şerhlerimiz” ile birlikte ciddiyetle takip etmekteyiz.
Hem ABD hem Rusya ile varılan mutabakatların olumlu taraflarını, 82 milyonun birliği ve selameti için korumamız gerektiğinin idrakindeyiz. Fakat millî meselelerde destek vermek kadar, kimi kaygılarımız olduğunda bu kaygılarımızı kamuoyuyla paylaşmak da “sorumlu ve yapıcı muhalefet anlayışımızın” bir icabıdır.
Bu minvalde;
- ABD ve Rusya’nın bilek güreşi yaptığı bir coğrafyada, bizim için hayati olan “Güvenli bölgenin bizim kontrolümüzde olan sınırları” tam olarak nereleri kapsamaktadır? Terör örgütlerinin, Güvenli bölgenin altında var olmalarına ve nefes alıp kök salmalarına müsaade edilecek midir?
- Teröristlerin silahları ile geri çekilecek olmaları bir problem değil midir? Toplanacağı varsayılan silahların ne şekilde ve nasıl toplanacağına dair bir planlama neden çizilmemiştir?
- Soçi Mutabakatı’nda Kamışlı bölgesinin -Suriye’nin hava üssü sebebiyle- kapsam dışında tutulmasının ilerideki mahzurları iyice düşünülmüş müdür?
- Suriye Devleti ve Şam Hükûmeti ile ilişkilerimiz bundan sonra nasıl olacaktır? Rusya ile varılan mutabakat neticesinde, Esad Rejimi ile doğrudan ve resmi bir temasımız olacak mıdır? Bölgenin istikrarını ve güvenliğinin sürdürülebilirliğini tesis etmek için, bir yönüyle Suriye Rejimi ile zımnen masaya oturmamız anlamına da gelen bu mutabakatın artçı sonuçları neler olacaktır?
- Sınırımızın hemen dibindeki İdlib problemi nasıl çözülecektir? Rusya ile aynı istikamette bakmadığımız bu ciddi meselede ne şekilde tavır alınacaktır?
- Suriyeli misafirlerimizin vatanlarına dönüşleri hangi kıstaslar çerçevesinde ve zaman diliminde gerçekleştirilecektir? Operasyonun başında öncelikli hedeflerimiz arasında yer alan ve mutabakatın 8. maddesinde yer verilen mültecilerin geri dönüşü hususu “gönüllü geri dönüşlerin kolaylaştırılması” gibi yuvarlak ifadelerle askıda mı bırakılacaktır?
- Yakın tarihimizin en büyük utanç vesikalarından biri olan Süleyman Şah Türbesi’nin yerinden taşınması hadisesi, güvenli bölge içerisinde kalan Karakozak’taki aslî yerine bu süreçle birlikte getirilerek telafi edilecek midir?
Tüm bu belirsizliklerle birlikte Suriye’deki sürecin, artık ABD’nin “tasallutundan” daha çok Rusya’nın “tasarrufuna” geçmiş olduğu da gözüküyor.
Bu yeni durum, beraberinde yeni yaklaşımlara ve memleketimizde daha güçlü bir birlikteliğe bizi mecbur kılmaktadır. Milli birlik ve beraberliğimizi perçinleyecek adımlar atmak ve Kahraman Mehmetçiğimizin gücünü, sahadaki varlığını diplomatik maharetsizlikle heba etmemek hükûmetimizin en öncelikli vazifesidir."
TRUMP'IN KÜSTAH MEKTUBU MİLLETİMİZİN İRFANINDA DERİN BİR YARA"
"Buradan hareketle Trump’ın yazdığı küstah mektup, milletimizin derin irfanında hâlâ bir yara olarak durmaktadır. Türk tarihi ve diplomasisi açısından mektup hadsizliğindeki zilleti, bütün milletimiz adına utanç verici buluyoruz. Bu hakaretamiz tavrın görmezden gelinmesini, sineye çekilmesini asla kabul edemeyiz.
Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi her türlü müeyyide seçeneği masada olmalıdır.
Devlet geleneğimiz ve teamüllerimizden yola çıkarak, bilmekteyiz ki Türk Devleti bu hadsizliğe mukabele etmekte tereddüt etmez. İktidar da Türk Milleti’nin menfaatlerini sonuna kadar savunmaktan asla feragat etmemelidir.
Güvenliğimizi tehdit eden herhangi bir hadise karşısında irade göstermemizin gerekli olduğu anlarda veyahut bölgedeki denklem içerisinde kullanmamız gereken etkin ve aktif pozisyonumuz her gündeme geldiğinde, ekonomimiz ile tehdit ediliyor olmaktan ziyadesiyle muzdaribiz. Türk Milleti’nin haklarını savunabilmek için, Türk ekonomisinin çok güçlü olmak mecburiyeti vardır.
Bütün üretim imkânları, sermaye birikimi, yatırım planlamaları ve teknolojik gereçleri, yapısal reformları ile mücehhez güçlü bir ekonomik yapıyı tesis etmeliyiz. İhalelerinde kurallara riayet edilmeyen, tanıdığı olanın problemini çözdüğü, garibanın naçar kaldığı bir devlet ayağa kalkamaz. Askerimizi yöneten kurmaylarımızın asker olması nasıl önemliyse ekonomiyi yöneten kurmaylarımızın da işlerinde ehil olması aynı derecede önemlidir. Parti devletinde dahi görülmeyecek uygulamaların var olduğu, beş bin yıllık devletimizin ancak akraba devleti denilebilecek bir organizasyon haline getirilmesi nezdimizde hicran sebebidir. Nepotizmden arındırılmış, adaletin ve liyakatin tam manasıyla vücut bulduğu bir devlet yönetimi aciliyet arz etmektedir.
Liyakatin istihdam edildiği, yapısal reformların gerçekleştirildiği şeffaf bir yapı oluşturmalıyız. Çünkü hem dışarıdan gelebilecek ekonomik tehditlere karşı Türk ekonomisini muhkem hale getirmiş oluruz hem de son dönemde işsizlikteki rekor seviyenin, döviz kurundaki ve faizlerdeki yüksekliğin, cari açığın, 3 milyondan fazla insanımızın hesaplarına getirilen hacizlerin, 20 milyona varan icra dosyasının ve gelir dağılımındaki adaletsizlikte Avrupa’da 1. Sırada olmamızın sebeplerini ortadan kaldırmış oluruz.
Vakarımıza ziyan işlerin önüne ancak bu şekilde geçilebilir. Ekonomimizi toparlayamaz ve muhkem hâle getiremez isek, dış politikada yeterince kuvvetli olamayacağımız gerçeği acı bir hakikattir.
İşsizliğin bu denli tırmandığı günümüzde, ekonomik verilerin yalnızca birer rakam ifade etmediğine müdrik olmak lazımdır. Negatif her rakamın arkasında mahcup bir babanın, gözü yaşlı bir annenin, kalbi kırılmış bir çocuğun, dağılmak üzere olan bir ailenin olduğu mesuliyetini omuzlarında hisseden bir devlet ciddiyetine ihtiyaç vardır.
Bu ciddiyetle bir kez daha altını kalın harflerle çizelim ki; Suriye’nin tamamı güvenli bir bölge olana ve Suriyeli misafirlerimiz evlerine sağ salim dönene kadar, sahadaki etkinliğimiz ve “ekonomik bağımsızlık mücadelemiz” var gücüyle devam etmelidir.
İYİ Parti için, Suriye meselesi siyasi bir mesele değil, bir devlet ve millet meselesidir. Sınırımızda bir PKK/terör devleti oluşturulmasına hiçbir şartta razı olmayacağımızı, Hükûmet olduğumuzda, bu konudaki kararlılığımızdan zerre taviz vermeyeceğimizi milletimizin bilgilerine bütün açıklığımızla arz ederiz.
İYİ Parti olarak, Millî Savunma Bakanlığımızın dün akşam yaptığı açıklamasındaki;
“5. Türkiye, sınırlarının güneyinde bir terör koridorunun oluşmasına asla müsaade etmeyecek ve terörle mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir.
6. Böylece Bölgede bir barış koridoru oluşturmak suretiyle yerlerinden edilmiş Suriye’li kardeşlerimizin gönüllü ve güvenli bir şekilde evlerine ve topraklarına dönmesi sağlanacaktır.” maddelerinin ve “Soçi Mutabakatı’nın” neticelerinin, milletimiz adına takipçisi ve bu istikametteki her doğru adımın da destekçisi olacağız.
Sözlerimizi Rusya’nın dahi hâlâ atıf yapmak mecburiyetinde kaldığı, bizim de mecburen tutunduğumuz Adana Antlaşması’nın mimarlarına teşekkür ederek bitirelim.
Şimdilerde kıymetleri daha iyi anlaşılan, Türk Hariciyesinin tecrübeli diplomatlarına, bütün devlet ricâline, saygıyla, hürmetle…
Türk Devleti, tarihi birikimi ve tecrübesi ile ayaktadır. Kıyamete kadar da ayakta kalacaktır.
Allah, devletimize ve milletimize zeval vermesin.