Adı değil, ruhu önemli!
Rejimin adı değil ruhu önemlidir. “Cumhuriyet” dersin, SSCB gibi, Saddam dönemi Irak’ı gibi diktatörlüğün daniskası olur. “Demokrasi” dersin, kitap yazan kendini Silivri’de bulur, Meclis kürsüsünden tekme tokat atılırsın, parasız eğitim istersen cezaevine tıkılır, deprem bölgesinde hizmetin yetersizliğinden dem vurursan coplanırsın. Basın, bakanlar, devletin tüm kurumları başbakanın ağzına bakar hale gelir.
Şimdi size Osmanlı’dan bir örnek nakledeceğiz. Mustafa Naili Paşa Başbakan, Koca Reşit Paşa Dışişleri Bakanıdır. Başbakan Naili Paşa ile Dışişleri Bakanı Reşit Paşa Emirgan’da yalı komşularıdır. İki yalıyı bir ara duvarı ayırmaktadır. Bir kış günü Başbakan Naili Paşa yalı komşusu Dışişleri Bakanı ile arasındaki o duvarı yıktırıp Reşit Paşa’nın arazisine bir miktar tecavüz eder. Ve bir gün Bakanlar Kurulu toplantısında Reşit Paşa, Başbakan Naili Paşa’ya konuyu açar.
“- Eğer yıktığınız duvarımı inşa ettirmezseniz sizi Yüksek Meclise şikâyet edeceğim...”
Başbakan, Dışişleri Bakanı’nın bu çıkışına sinirlenir. Makamına güvenerek, “Ben hazırım” cevabını verir. Reşit Paşa sükûnetle hatırlatır: “Yüksek Meclis bir adalet merciidir, hak tezahür eder..”
Padişah Abdülmecit Han, devrin bu iki ünlü şahsiyeti arasına şeklen ferdî, gerçekte devrin adalet ruhuna ait kavganın seyrini alaka ile takip etmektedir.
Herkes hayret içerisindedir. Şimdi size soruyorum, bugün Başbakan böyle bir şey yapsa bakanlardan biri Başbakana karşı böyle meydan okuyabilir mi? Cevabınızı acele vermeyin, şöyle bir elinizi vicdanınıza koyun, bekleyin...
Peki sonra ne olmuş derseniz, anlatalım.
Yüksek Meclis Ahkâmı Adliye heyeti, Yusuf Kamil Paşa’nın başkanlığında toplandı, yalı komşularının arasındaki duvar davasını, şahitler, tapular ve yerinde tetkikle karara bağladı:
“Hakkı yerine getirmeye memur olan bu Meclis, Reşit Paşa Hazretlerini haklı bularak, duvarın bütün masraflarını Mustafa Naili(Başbakan) Hazretleri tarafından karşılanmak suretiyle yıktırılıp, önceki yerinden yine masraflar Mustafa Naili Paşa Hazretlerine ait olmak üzere inşa edilmesine...” Evet, karar mealen böyle tecelli etti..
Yalı davasında Başbakan kaybetti. Peki, bu iş burada kaldı mı? Hayır, kalmadı. Asıl şahane hüküm Padişah Abdülmecit Han tarafından verildi:
“- Kendi komşusuna ait bahçe duvarı üzerinde hakkın telimi için Meclisi Vâlâ kararına ihtiyaç hissettiren zatın Başbakanlık makamında işi yoktur!..”
Bilmem anlatabildik mi!
İyiliksever diplomat
Madem Osmanlı Hariciye’sinden birini anan bir yazı kaleme aldık, yene Hariciye ile devam edelim.. Fıkra bu ya..
Bahsettiğimiz hariciyeci uluslararası camiada, “sorun yaratmayan diplomat” olarak ün yapmıştı..
Kendi ile gurur duyuyordu.
Bir gece rüyasına, aksakalı göbeğinde bir ihtiyar girdi:
“-Maşallah evlat, dünyanın her yerinde dostların var, nereye gittiysem senin barışseverliğinden, sorun yaratmayışından söz ediyorlar...”
Diplomat mutlu oldu:
“- Kimseyi kırmadım, her meseleyi barışçıl yolla çözdüm efendim.. Ermenileri, Rumları, Amerikalıları hiç birini ama hiç birini üzmedim... Gerçi Lozan’ı biraz deldiler, PKK’yı azıcık desteklediler amma olsun, kötülükten ne çıkar.. Elimden gelen iyiliği yaptım, ufak tefek tavizler verdimse de ülkem ile onlar arasında ortada sorun diye bir şey kalmadı...”
Bu sözlerden sonra aksakalı göbeğindeki ihtiyar yanında getirdiği iki büyük kanadı gösterdi:
“- Evladım, şunları omuzlarına takabilir miyim?”
Yaptığı iyiliklerden emin ve mutlu olan diplomat sevinçle ihtiyarın gözlerinin içine baktı:
“- Melek oluyorum değil mi?..”
İhtiyar suratını astı:
“- Ne münasebet! Kaz oluyorsunuz...”
İskender’in cevabı
“Dünyanın en büyük felâketi nedir” sorusuna İskender’in cevabı şu olmuş:
“- İyi adamın kötü adama muhtaç olmasından daha büyük felâket olamaz...”