"Adalet kapısı" yine açılmadı
Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit başta olmak üzere, kendilerine "suikast planlamakla" suçlandığı amiraller tam kadro cenazesindeydi;
Bundan daha güçlü delil olur muydu "belge" dedikleri paçavraların sahteliğine...
***
Ailesinin her bir ferdinden ayrı bir feryat yükseliyordu;
Ah, merhum Satı Ana... O, "oğlumu istiyorum, komutanımı istiyorum" diye haykırdıkça Kocatepe adeta temellerinden sarsılıyordu.
Öyle ya, kumpasçılar dinamiti tam da oradan, toplumun dininden, imanından, inancından ateşliyordu.
***
Kızı Gökçen, hiçbir kucağa, hiçbir omuza, hiçbir teselliye sığamıyordu; ki zaten ona yaşatılanın sızısını dindirebilecek bir teselli yoktu.
***
Ağabeyi, ablaları, eşi "Nilü"sü...
"Gözyaşlarımızda boğulsunlar" diye bağırıyorlardı.
"Ergenekon'a şehit verdik kına yaksınlar" diyorlardı.
En acılı anlarında, en hesapsız kitapsız çığlıklarında bile kimse onları kandırmayı, aldatmayı başaramamıştı.
Farkındalardı.
Söylediklerine azıcık kıymet verilseydi, Yargıtay 9. Dairesi'nde dün sonuçlandırılan yargılamaya hiç gerek kalmayabilirdi; eğer "o savcı" 15 Temmuz beklenilerek "örgüt üyeliği"nden değil de, şehit Ali Tatar'ın eşinin avaz avaz dikkat çektiği "gerçekler" dikkate alınarak "millî orduya kumpas"taki rolünden dolayı yargılansaydı...
Nilüfer Tatar, "Suç duyurusunda bulunacağım, sahte belgeler üzerinden işlem yapıyor... Süleyman Pehlivan sen kimin adamısın?. Elinde delil yok, hiçbir şey yok, niye tutuklama kararı yolladın yeniden?.. Sana dava açacağım... Kapına dayanacağım... Bana hesap vereceksin..." dediğinde, "adalet kapısı" yüzüne kapanmasaydı...
Ali Tatar, yattığı yerden elbet kalkamazdı ama Türk yargısına başka Ali'lerin kanı bulaşmazdı. Başka Gökçen'lerin ahı bulaşmazdı.
***
Türk yargısının, "adalet borçlu olduğu" bu ailenin karşısında -konu o savcının yargılanması olduğunda- tabiri caizse boynunun kıldan ince olması gerekirdi. Bu sözlere, zamanında kulak vermemenin mahcubiyeti içinde olması ve bunu telafiye çalışması gerekirdi. Vaktiyle esirgediği hesaplaşma hakkını teslim etmesi gerekirdi.
Nilüfer Tatar'ın o gün dayanmasına izin vermediği o kapıyı şimdi sonuna kadar açıyor olması gerekirdi.
Gereği yerine getirilmedi!
Tatar ailesi, Ali Tatar'ı intihara sürükleyen "yeniden tutuklama" kararının sahibi Savcı Süleyman Pehlivan'ın yargılandığı davayı -bırakın davaya müdahil olmayı- izleyemedi! Davanın ilk duruşmasından itibaren kapı dışarı edildi.
Onlar da "adaletin tecellisi"ni, kar demedi, kış demedi, Ankara ayazında Yargıtay binasının önünde bekledi. Her duruşma günü, saatler sürdü nöbetleri.
***
Sonuç:
13 yıl 6 ay hapis cezası.
"Örgüt üyeliği"nden!
***
Peki ya, "üyesi olduğu örgüt" adına yaptığı hukuksuzluklar?
"Üyesi olduğu örgüt" nihai hedefine ulaşabilmesin diye gözünü kırpmadan insanları ölüme sürükleyen kararlar vermesi?
Bir de, Amirallere Suikast-Balyoz sürecini hâlâ savunuyor olmasına, pişmanlık duymuyor olmasına rağmen olmayacak mı bunların bir bedeli?
Sadece Tatar'ın değil, onun nezdinde bütün "Silivri şehitleri"nin vebali, bu vesileyle bir kere daha "adalet kapısı"nın dışında kaldı.
Bu vesileyle bir kere daha anlayan anladı:
Bugün terör örgütü ilan edilen yapılanmanın kimi mensupları hapiste olsa da, Türk ordusuna mal olan, 15 Temmuz'a mal olan "Ergenekon ve Balyoz sapına kadar gerçekti" ithamlarının devam ediyor iktidarı...
Böyle olmasa, o savcı, o savcılar, o hâimler her şeyden önce "Silivri"de işledikleri suçlardan yargılanırlardı!
***
SORU-YORUM
İktidar yanlısı gazete, televizyon ve internet sitelerinin, "Cumhur İttifakı"na dahil olmamasına rağmen DSP'yi el üstünde tutması ne ola ki; yoksa dahil de ilan mı edilmedi ?
***
1 Nisan'da ne olacak?
Mansur Yavaş, Ankara'yı kazanırsa...
Ekrem İmamoğlu, İstanbul'u kazanırsa...
Tunç Soyer, İzmir'i kazanırsa...
Burhanettin Kocamaz, Mersin'i kazanırsa...
Ejder Demir, Gaziantep'i kazanırsa...
Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir'i kazanırsa...
İsmail Ok, Balıkesir'i kazanırsa...
Kadir Albayrak, Tekirdağ'ı kazanırsa...
Lütfü Savaş, Hatay'ı kazanırsa...
Orkun Şıktaşlı, Manisa'yı kazanırsa...
Bu iller devletin idari yapısının dışına mı çıkarılacak?
Öyle olmayacaksa, Cumhurbaşkanı, belediye başkan adaylarını bizzat muhatap alarak, onlara karşı "karşı taraf"laşarak yürüttüğü seçim kampanyasından sonra mevcut idari yapı çerçevesinde nasıl ilişki kuracak bu ve benzeri büyükşehirlerin yöneticileriyle?