Açılımlı karışık kafalar

Geçen hafta Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı’nın İstanbul’da düzenlediği “Ne Açılım, Ne Bölünme, Bir Bütündür Türkiye” konulu iki gün devam eden toplantılara katıldım. Dışarıdan bize dayatılan açılım ismi verilen projelerin ve hatta operasyonların Türkiye’yi nerelere götüreceği bugünden görülmektedir.
Demokratikleşme örtüsü altında gizlenen, bürokrasinin vatandaşa saygılı olması ve analarının ağlamaması gerekçelerine dayalı açılımlar; bütünleştirmeyi değil; çözülmeyi hedeflemektedir. Parça bütünün önüne geçirilmekte; farklılıklar kutsallaştırılmaktadır. Silahı bırakacak teröriste silahlı eylemle talep ettiklerinin verilmesi, milli ve üniter yapının değiştirilmesi, milli kimlikten etnisiteler öne çıkarılarak vazgeçilmesi, Anayasanın 10. maddesindeki eşitliğin çiğnenmesi açılımdır.
Bu açılım macerasının demokrasi ile yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Birlik ve bütünlüğünü sağlamış, milli devletin ve devlet isminin, mili kimliğin netleştiği ülkelerde demokrasi işletilebilir. Bizdeki gibi iki farklı kutbun devleti ele geçirme mücadelesini verdiği, ortak mutabakatların şekillenmediği bir ülkede demokrasi tam işletilemez. Açılımlar bizi Yugoslavya örneğine götürebilir. Hiçbir ülke ufalanarak demokratikleştirilemez.
Sayın Başbakan yedi buçuk yıl önce konuşulmayanlar, bugün konuşuluyor diyor. Önemli olan bugün nelerin konuşulduğudur. Türkiye yedi buçuk senede yangın yerine çevrildi. Milli kimlik aşağılandı. Nüfus kağıtlarından din hanesi çıkarılıyor. Zina neredeyse serbestleştirildi. Misyonerlik dış dayatmalarla teşvik edildi. Cuma hutbelerinde “Allah indinde hak din İslâm’dır” ayeti bencillik sayıldı ve kaldırıldı. Şimdi sırada AB’yi methedici Cuma hutbeleri var. Tarım ve reel sektör perişan edildi, orta sınıf çöküyor, yabancı şirketlerin dışarıya gelir transferleri büyük boyutlara ulaştı. Neredeyse satılacak kuruluşumuz kalmadı. Egemenlik hakları devrediliyor. Artan cari açığın sıcak para ile karşılanma kısır döngüsü sürüyor. İmtiyazlılar yolsuzluk yapabiliyor ve korunuyor. Bırakın Van’ı İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkez’inden “işgalci TC Kürdistan’dan defol” havlamaları geliyor.
Gündem yargı-yürütme kavgasına yönlendirilince ve açılımlar gündemde asılı kaldıkça; yüksek öğretimde Bologna süreci gerektiği gibi tartışılamıyor. Basında yer alamıyor. Yolsuzluklar, yoksulluklar ve özelleştirmeler konuşulamıyor. AB -Türkiye ilişkilerinde gelinen üzücü nokta fark edilemiyor.
TV’lerdeki tartışmalarda “milliyetçilik kötü; ama teslimiyetçilik, küreselcilik şahane” yorumları yapılıyor. Haber-Türk Kanalı’nda bir tartışma izledim. Sosyalist olduğunu söylemek zorunda kalan bir konuşmacı her şeyin tarihsel ömrü var milliyetçilik de tarihi ise; ortadan kalkacak deyiverdi. Bu ve benzerleri ile sanki aynı Dünyada yaşamıyoruz. O’nun gerçekten söylemek istediği, Fransız İhtilâli ile doğan ve gelişen burjuvazi ile milliyetçilik ortaya çıkmıştır, dialektik yürüyüşün son durağı olan komünist toplumda burjuvazi ortadan kalkacağına göre, milliyetçilik de buharlaşacaktır. Demek ki yanlış ezber teneşire kadar gidecek.Türklerin milliyetçilik tarihi acaba Fransız İhtilâli ile mi başlıyor? Halâ milleti kültürel bütünleşme ve milli mutabakatlar olarak değil de; ırk birliği olarak anlayanlar var. Milliyetçilik ve ırkçılığı aynı görenler var. Milleti, milliyetçiliği ve din kurumunu dışlayıp evrenselleştirirsek neredeyse hiçbir sorun kalmayacak zannediliyor. Böyle düşünenler halâ var ise; bunları artık kelaynak kuşları gibi korumalıyız! Yaşanan coğrafyaya göre milliyetçilik ve din toplumlarda oluşur iddiası ise; tam bir cehalet örneğidir. Dini bir ideoloji olarak görmek de. Türk ırkı gayet tabii vardır. Ancak; vardır diyenler de ırkçı olmayabilir.

Yazarın Diğer Yazıları