Açılım mı, vassallık mı?
Vassal; kelime olarak ulaştıran ve birleştiren anlamına gelir. Siyasi tarihte vassal, bir devletin daha büyük devlete tabi olması karşılığında kullanılır. Belli şartlara ve esaslara dayalı olarak her vassal devletin, bağlandığı devletin küçük bir modeli olması zorunludur. Tâbi / uydu devlet; metbu (uyulan) devlet adına yıllık haraç vermek, hutbe okumak, para bastırmak, oğullarından birini rehin vermek klasik vasallığın gerekli şartlarını oluşturmaktadır.
Vassallık; hem kendisine bağlanılan gücün kudret ve karakterine hem de vassal devletin uydu haline getirilme biçimine göre değişir. Tabiliğin / bağlılığın konumu, durumu ve politik pratikleri egemen devletin kararına bağlıdır. Vassal devlet; bütün politik kararlarını ve uygulamalarını egemen devletin çıkarlarını korumak ve ona hizmet edecek şekilde yapmak zorundadır.
Açılımlar üzerinden yapılan açıklamalara, politik uygulamalara, imzalanan protokollere, verilen sözlere bakılırsa bunların tümü egemen gücün telkinlerine ve çıkarlarına uygundur. Bu durumda açılım mı vassallık mı sorusu geçerlilik kazanır. Böyle bir soru, elbette ki ağır bir sorudur. Bunun farkındayım. Fakat açılım politikalarını anlamak için hepimizin kendimize sorup cevabını vermemiz gereken bir sorudur.
Bilindiği üzere Ermeni Açılımı bağlamında 10 Ekim 2009’da Avrupalı devletlerin önemli temsilcilerinin önünde Zürih’te protokoller imzalandı. Batı basını bunu Türkiye’nin barışçı bir rol üstlendiğini yayarak ‘müjdeledi.’ Fakat başından beri ‘ön koşulsuz’ ve üstü örtük bir anlaşma için Türkiye’nin ikna edildiği şaibesi dillerden düşmedi. Bu bir yana, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin Zürih’te imzalanan protokollerin ruhuna aykırı karar çıkarması üzerine Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton’a telefon ederek şunları söylüyor: “Türkiye olarak altında imzamız olan metinlerle ilgili hiçbir endişemiz yok. Ancak Ermenistan metinler üzerinde operasyon yapmaya kalkışıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Biz, Ermenistan’la başlattığımız sürecin netice alacak şekilde devamından yanayız.”
Bu konuşma bize ne anlatıyor? Uslu ve masum çocuk yaramazlık yapan kardeşini ablasına şikâyet ediyor: Ben değil, o yaptı. Gör beni, abla! Gerçekten de Ermenistan’la yaşanan krizi aşmak için aranan adres ve seçilen cümleler başka ne anlama gelmektedir?
Telefonla arz edilen maruzat, açılımın menşeini ve mahrecini yeterince gösteriyor. Sadece ABD yapımı olduğunu değil, aynı zamanda batılı merkezi devletlerin çıkarlarına uygun olduğunu haykırıyor. Zürih’te protokollerin imzalanması sırasında basına düşen fotoğraf, bu bir fotoğraf değildir uyarısıyla durumu daha da netleştiriyor. Açılımlar konusunda batılı misyon şeflerinin ’kolbastı’havasına girmeleri acaba neyin işaretidir?
Sırtımızda taşıdığımız tarihi aklımızla okuyup, cevabını verelim. Gerçekten neyin işareti? Sevimli bir ahmak edasıyla onlar bizi çoook seviyooor, diyelim mi? Ya da ‘sıfır sorun’ diyerek yuvarlaklaşıp iktidara selam çakalım mı? Yoksa büyük Türk aydını gibi failsiz, fiilsiz yazı yazıp, milliyetçilik altına gizlenip diyalog / hoşgörü fırlatmalığı yapalım mı!
Bir iktidar devletin valilerini toplayarak hükümetin önemli projesi olan ‘Kürt Açılımını’ halka anlatın talimatı vermektedir. Açılımlar üzerinden yapılanlar ve yapılması düşünülenler AB’nin telkinleriyle birebir örtüştüğüne göre sivil / diktatörlük gibi şekil itibariyle bağdaşmayan deyim iktidara uymasa bile vassallık cuk diye oturur. Sahi, gerçekten il başkanı konumuna düşürülen Valiler millete ne anlatacaklar? AB’nin telkinleriyle bölge hâkimiyetinin terör örgütüne nasıl bırakıldığını mı, gerilla kıyafetleriyle Habur’da meydan okuyan teröristler için hukukun nasıl çiğnendiğini mi, ya da vassal kelimesinin kökünde yer alan ‘birleştiren ve ulaştıran’ anlamına atıf yaparak ‘stratejik müttefik’ olmanın erdemlerinden bahsedip, Irak’ın Kuzeyi’nde başlarına çuval geçirilen askerlerin hikâyesini mi anlatacaklar? Sanmam! Türkiye Cumhuriyeti’nin valileri böyle bir şey yapamazlar.