Acı gözaltı günleri!

Acı gözaltı günleri!

Sorgusunun yapılması için iki hafta gözaltında tutulan Yeniçağ köşe yazarı Adnan İslamoğulları da, ifadesi alındıktan sonra çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı.

Bir yazarın, elde geçerli kanıt olmadan, imzasız bir ihbar mektubu nedeniyle15 gün özgürlüğünden mahrum edilmesi herhalde hakkaniyetli, âdil bir davranış değildir.

 Her neyse...

Gözaltında geçen acı günler geride kaldı ama... Adnan kardeşimiz gözaltında neler çekti?

Bunu, onun gibi, gözaltına alınıp, kısa sürede serbest bırakılan Yavuz Selim Demirağ sütununda şöyle anlatıyor:

***

 "Tam 15 gün özgürlüğünden mahrum bırakıldı. Yemek yemeyi zaten sevmezdi, astım-bronşit hastasıydı. O nezarethane koşullarında yemek de pek mümkün olmaz. Bir nevi hayatta kalmak için biraz ekmek peynir zorunludur. Günlerce onu da yememiş, bir deri, bir kemik kalmış... Ankara Adliyesi koridorlarında 'plastik kelepçe' ile ifade vermek için bekleyen İslâmoğulları'na sarılınca kemiklerini hissettiğim an içimden geçenleri yazmam mümkün değil... ... Savcılık, ifadenin ardından Adnan İslâmoğulları'nı tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edince kaynar sular döküldü başımızdan... Av. Feridun Bahşi ile beraber Adnan'ın cezaevine girmesinin hukuk açısından cinayet olacağını haykırdık. Gece yarısı "Adnan serbest bırakıldı" haberi gelince gözyaşlarımı serbest bıraktım..."

"Ankara'da hâkimler var" inancımız doğrulandı.

"Yanlış hesap Bağdat'tan döner!"

Rahmi Turan Sözcü

********

İstavritleri bırakın balinaları yakalayın

----

 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünden bu yana 3 ay 10 gün geçti...

Dişe dokunur bir şey var mı?..

O günden beri asker, polis, savcı, hakim, öğretmen ve diğer devlet memuru 100 bine yakın kişi FETÖ ile ilişkili olduğu iddiasıyla açığa alındı veya meslekten ihraç edildi...

Sonuç?..

Biz hâlâ ABD'den bazen yalvar yakar, bazen posta koyarak Fetullah'ı istiyoruz ve alamıyoruz...

Bırakın onu, hani "havacıların imamı" dedikleri Adil Öksüz'ü bile bulamadık!..

***

İktidar istavritlerin peşinde, balinalar ortada yok!..

Bugüne kadar açığa alınan, ihraç edilen, tutuklananlar olayın büyüklüğüne, ülkenin ulusal güvenliğini tehdit etmesine bakıldığında istavrittir!..

 Karı koca öğretmenler, memurlar, doktorlar vesaire... Kimi Bank Asya'ya para yatırmış, kiminin çocuğu Fetullahçı okulda okumuş... Genellikle böyle... Bir de bunlara himmet diye para aktaran şirketler, işadamları var... Ki, bu şirketler, iş adamları iktidarın gözdesiydi... Kaldı ki ne istedilerse veren AKP'li belediyelere bir şey yok...

***

Peki bu darbe gerçekleşseydi...

Cumhurbaşkanı, Başbakan kim olacaktı?..

Bakanlar kurulunda kimleri görecektik?..

Aradan 3 ay 10 gün geçti, bu kadar ifadeler alındı, soruşturmalar yapıldı, güya bu kadar derine inildi, ama sonuç yok bunların cevabı alınamadı...

Sadece darbeyi yapmakla görevlendirilen FETÖ'nün asker kılıklı cephesi ortaya çıktı ve tutuklandılar... Rütbelere bakmayın, orada bile asıl hiyerarşi tespit edilemedi... Ama öteki cephe... Yani siyaset cephesi, yani balinalar yok

(...)

 15 Temmuz bize, ülke güvenliğinin "Allah'a emanet" olduğunu gösterdi!.. Fiyakayı, cart curtu bırakın!..

Mehmet Türker Sözcü

******

O CHP milletvekili artık bildiklerini anlatmalı

--------

... CHP'li milletvekili Öztürk Yılmaz. Ardahan'dan seçildi. Şu anda CHP Genel Bakan Yardımcısı. Ancak kamuoyu kendisini daha çok milletvekili olarak değil de "rehin alınan Musul Başkonsolosu" olarak tanıyor.

... Yılmaz "rehinlikten kurtulduğu" günden beri yaşadıkları ile ilgili hiçbir şey söylemiyor. Şurası kesin ki IŞİD terör örgütünün dünya için olduğu gibi Türkiye için de tehdit olmasının miladı Musul baskınıdır. IŞİD o tarihe kadar Irak'ta faaliyet gösteren ve kanlı eylemlerle kendini duyuran bir terör örgütüydü. Musul 'u ele geçirmesinden ve Türkiye Konsolosluğu'nu basıp görevlileri rehin almasından sonra hızla Suriye'ye doğru yayılmaya ve terör estirmeye başladı.

... Konuyu en iyi bilenlerden biri CHP milletvekili Öztürk Yılmaz. 100 günün üzerinde IŞİD'in elinde rehin kaldı. Rehineler içindeki en yetkili kişi olduğu için teröristler hep onunla temasta kaldılar. İsteklerini ona ilettiler. Yılmaz IŞİD'in amacını biliyor. Türkiye'deki devlet yetkilileri ile yapılan pazarlıkları biliyor, rehin alma olayının hangi koşullarda ve nasıl sona erdiğini de biliyor. Ama hiç konuşmuyor.

Bugüne kadar "devlet adamı olmanın verdiği sorumlulukla" konuşmadığını varsayabiliriz. Ama artık bir siyasetçidir ve yaşadığı olay Türkiye'nin en önemli konusu haline gelmiştir. (...) Öztürk Yılmaz'ın tanıklığı hayati önemdedir. Bu milletvekilinin IŞİD ve Musul konusundaki ketumluğu artık "devlet sırrı" bahanesiyle mazur görülemez. Söz konusu olan Türkiye'nin kaderidir ve gerçeğin ortaya çıkmaması halinde yaşanacak acı olayların sorumluluğu iktidarın olduğu kadar bu konuda bildiklerini söylemeyenlerin de omzunda olacaktır.

Can Ataklı Korkusuz

*****

 AKP emperyalist ülkelere FETÖ'yü anlatmaya çalışmasın! "BOP, Ilımlı İslam, Yeşil kuşak" diye kullandıkları siyasal İslam ve türevleri zaten onların ürünü!

Akif Kökçe Milliyet (Açık Pencere)

*****

Film gibi...

------

Musa Eskenazi 1855 yılında Manisa'da doğdu...14 yaşındayken ağır bir hastalık geçirdi, Manisa'da tedavi gördü... 15 yaşında iken kardeşi Salomon ile birlikte Manisa'dan ayrıldı, sığır taşıyan bir gemi ile İskenderiye'ye gitti (...) gemilere yük aktarma ve boşaltma işlerinde çalıştı. Garafollo adında, tütün ticareti yapan zengin bir Yunanlı, Musa'yı sevdi, onun hamiliğini üstlendi. (...) Otuz yaşına gelince Garafollo'nun kendisine verdiği ödünç parayla, Amerika'ya göç etti. (...) Moris Schinasi (Moris Şinasi) adını aldı.1893 yılında patentini aldığı sigara sarma makinesi ve makinede sarılmış bir paket sigarayla Uluslararası Şikago Fuarı'na katıldı. (...) devrim yaratan bir yenilikti. (...) Şinasi kardeşler 1893 yılında, Broadway'de  küçük bir sigara fabrikası kurdular, işçilerini de Manisa'dan getirttiler.(...) Osmanlı Devleti'nden tütün ithal edip hazır sigara üretmeye başladı. Milyonlarca dolar kazandılar.

Moris Şinasi 1928 yılının eylül ayında öldü. Servetinin bir milyon dolarlık kısmını Manisa'da kendi adını taşıyan bir hastane kurulması için bağışladı.

(...) Vakfedilen bir milyon dolarlık bağışın iki yüz bin doları hastanenin inşaatına ve tıbbi donanıma ayrılacak, geri kalan 800.000 dolar ABD'de menkul kıymetlere yatırılıp elde edilecek gelir, her yıl hastaneye gönderilecekti. 

Birkaç yıl önce Manisa'da Moris Şinasi hastanesiyle ilgili kimi dedikodular dolaştı. Bunun üzerine CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, ABD'den gelen paraların miktarını, nasıl kullanıldığını, hangi yatırımların yapıldığını kapsayan uzun bir soru önergesi verdi. Aradan üç yıl  geçti. Ne Sağlık Bakanlığı, ne Vakıflar Genel Müdürlüğü hâlâ bu sorulara yanıt vermiş değil...

Melih Aşık Milliyet

*****

Bu iş bu hale gelmeli miydi!

------

Türkiye'de çağdaş mimarinin öncü ismidir Emin Halid Onat. Yeni filizlenen Cumhuriyet'in kıt kaynaklarına rağmen iyi eğitim almaları için dünyanın dört bir yanına yolladığı, memlekete döndüklerinde öğrendiklerini aktaracak, uygulayacak bilim insanlarından biridir.

(...)

Yaşarken dünyanın önemli üniversiteleri, meslek örgütleri tarafından bolca ödüllendirilmiş, onurlandırılmıştır. Benim de dirsek çürüttüğüm İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi (Sedad Hakkı Eldem'le birlikte), İstanbul Adalet Sarayı, Kavaklıdere'deki Cenap And Evi, Uludağ Sanatoryumu ve daha pek çok görkemli eserin mimarıdır. En önemli eseri ise kuşkusuz Orhan Arda ile birlikte tasarladığı Anıtkabir'dir.

Orhan Arda'yı da biraz olsun hatırlayın, tanıyın isterim. Emin Halid'in asistanı olarak başlamıştır akademisyenliğe. Hocasıyla birlikte imza attığı Anıtkabir projesinin inşa süreci (1944-1953) boyunca neredeyse şantiyede yatıp kalkmıştır. 'Anıtkabir projesinin yüklediği sorumluluk duygusuyla' bir daha asla hiçbir yarışmaya katılmamıştır. Hayatını akademisyen olarak sürdürmüştür...

(...)

Bu iki önemli mimarın yanı sıra Zühdü Müridoğlu'ndan Hüseyin Özkan Anka'ya, İlhan Koman'dan Nusret Suman'a, Emin Barın'dan Turan Erol'a kadar pek çok ressam, hattat, heykeltıraşın emeği vardır Anıtkabir'de. Her şeyi düşünmüştür, ince ince planlamış, oya gibi işlemiş ve uygulamıştır bu parlak insanlar. Ama bir pembe plastik kelebekle taçlandırılmış kaydırak kondurmak gelmemiştir akıllarına. Mavi bir 'zıplangaç' düşünememişlerdir. Bir 'sallangaç' olsun tasarlayamamışlardır. Sarı (yine plastik kelebekli elbette) 'tahterevalli' olsun gelmemiştir o kadar dâhinin aklına.

Neyse ki Anıtkabir Komutanlığı 60 küsur yıl sonra bir kargo şirketi sponsorluğunda tamamlayıvermiştir bu eksikleri. Anıtkabir'e bir oyun parkı kondurulmuştur, 'pıravo'!

 (... CHP'liler Anıtkabir'e gidip parkın bazı bölümlerini sökmüşler. Neticede kaldırılacağı açıklanmış. Bu iş bu hale gelmeli miydi?)

Kanat Atkaya Hürriyet