Acaba kabinesi
Kafamda, büyük bir acaba sorusu var. Birçok sorunun yanıtını bulamadığım ve tek bir acaba altında toplayabildiğim, yanıtsız bir soru. Boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor. Şu anda yaşanılan siyasette, yerine oturmayan taşlar. Neler mi? Anlatayım.
Tayyip Erdoğan gibi, egosu zirve yapmış bir kişinin, şimdiye kadar, sinsice hareket edip, sessiz ve derinden yükselen bir siyasetçiye, yerine bırakması. Yok. Olmaz, tehlikeyi mutlaka görür. Bir gün, kendisini oradan indireceğini bilir. En azından tahmin eder. Adamın yükselişi, kendisini bile geride bırakacak hızda. Çözmeye çalıştığım, son AKP kurultayı, Başbakan atanması, Bakanlar Kurulu ve Erdoğan’ın Çankaya çıkışı.
Burnuma kokular gelmesine sebep ise yabancı başkentlerden esen rüzgârlar. Amerikalıların bir atasözü vardır, “kick him up” . Yani, birinden mi kurtulmak istiyorsun, onu daha üst ve etkisiz bir makama yolla veya ata. Böylece, onu onurlandırarak etkisizleştirirsin. Ama diyebilirsiniz ki, adam halk oyu ile seçildi. Yapmayın, yabancı başkentlerin halk oylarını nasıl manipüle ettikleri artık sır değil. Kenan Evren’in halk oylaması, yüzde 99’la kabul edilmişti. Yani arkadaş bir üst pasif göreve getirilmiş oldu. Her ne kadar kendisi orada pasif kalmayacağını söylese de görev, daha çok sembolik, gerçek bu.
Peki, Ahmet Davutoğlu’nu seçmesine ne diyeceksiniz. Ben kendisini günahı kadar sevmediğini tahmin ediyorum. Parti içinde, kendisine biat etmiş, o kadar adamı varken, alakasız birini bu göreve getirmesi, telkin mi, yoksa ısrar mı? Özellikle de paralel yapı ile ilişkisi olduğu söylenirken. Bilemiyorum. Ama aklıma yatmıyor. Bakanlar kuruluna bakıyorum. Tüm kuşkularım kuvvetleniyor. Mesela tarikata yakınlıkları bilinen Ali Babacan ile Mehmet Şimşek’in yerlerini koruması, tam da paralel yapı temizliği yapılırken.
Öteki konulara girmek istemiyorum, biraz anladığım dış politika, onda da önemli işaretler var. Bu, atanan kişiler ve isimlerle bağlantılı. Niyet ortada. Birincisi Davutoğlu’nun yerine getirilen Mevlüt Çavuşoğlu’nun bilinen ve bilinmeyen özellikleri. Egemen Bağış’ın, Aralık skandalıyla koltuğunun boşalttırılması ardından, AB Bakanlığı’na getirilmişti. Bir iş adamı. Ama geçmiş yıllarda, AB’de popüler olmasına rağmen, Avrupa Birliği ilişkilerinde bir gelişme kaydedemedi.
Ben Mevlüt Çavuşoğlu’nun, AB için değil, ABD ilişkileri açısından, bu makama getirildiğine inanıyorum. Erdoğan’ın “one minutes” vakası ardından, İsrail’deki Büyükelçi Namık Tan’ı, Washington’a, Yahudi lobisi ile ilişkileri düzeltmek için göndermesi gibi. Bence Çavuşoğlu’nu da, Amerika ile ilişkiler için, bu göreve getirdi. Veya getirtildi. Sebebi, bir kere eğitimi ABD’de. Avrupa Birliği’nde, bugüne kadar bir başarı sağlayamadı. Ama Türk Amerikan Konseyi ve ABD’deki lobi grupları ile ilişkileri fena değil. Ama göl, bu mayayı tutmaz, zira maya Erdoğan. Onun diplomasiden uzak pervasız konuşma ve tutumlarını, bürokratlar düzeltemiyor.
İşte Volkan Bozkır’ın, AB Bakanlığı’na atanması da, AB cephesinde, AKP’nin yeni bir beklentisinin olmadığı ve gelişmelerin bu düzeyde kalma isteğini yansıttığına inanıyorum. Volkan Bozkır bir bürokrat, diplomat ve verilen talimatları yerine getiren bir kişi. Şimdi diyeceksiniz ki bakanlar kurulunda kim öyle değil ki? Haklısınız. Ama ben AB ile ilişkileri düzeltme konusunda AKP iktidarının istekli olduğuna inanmıyorum.
Bir de, tam seçimler ardından, Almanya ilintili bir haber, dikkat çekici. Hem de, Alman İçişleri Bakanı’nın, Ankara ziyareti sırasında yayınlandı. Hürriyet gazetesinden Yalçın Bayer, bir Alman yetkilinin, İsviçre’de gizli hesapları olan Türkler konusunda bilgileri olduğunu, kendisine söylediğini yazdı. Almanlar, vatandaşlarının İsviçre bankalarına, para yatırarak, vergi kaçırmalarını önlemek için, bu bilgilerin kayıtlarını satın almışlardı. Bu inceleme sırasında, birçok gizli hesaba sahip Türk’ün de ismine ulaşıldığı ileri sürülüyor. Bana kurgu gibi gelmedi, gerçek olabilir. Acaba, bu bilgiler içinde, İsviçre’de sekiz gizli hesabı olduğu söylenen, bir siyasi lider de var mı? Evet, acaba?
Gördüğünüz gibi bu günlerde Çankaya da dâhil siyasi gelişmeler üzerinde çok sayıda acaba dolaşıyor.
Sevgili okurum, ülkemin milli bayramları ve kurtuluş günlerinde, içim hep heyecan dolardı. Ta ki bugüne kadar. İlk kez, bir 30 Ağustos bayramını, içimde hiç heyecan olmadan izledim. Hayretle, askerleri selamlayan, onların komutanlarını, cezaevlerinde uyduruk suçlarla süründüren, asker, sivil, ülkeyi yönetenlerin, nasıl bunu yaptıklarını merak ettim. Ama şu kadere bakın ki, Atatürk’ten kaçan kişi, art arda iki gün, onun anıt mezarını ziyaret edip, yazılar yazdı. Dedim ya işte acaba bu da mı kader.