AB'ye kükreyen Erdoğan'ı anlamak
Başbakan Erdoğan İsveç’te AB’ye veryansın ederken, açtı ağzını yumdu gözünü. “Türkiye’nin hep oyalandığından” şikayet eden Erdoğan bakın neler dedi: “Bir taraftan kalkıp, ’biz sizi alacağız ama, fakat, eğer’, bunlardan çok bıktık. Şu anda AB’deki 27 ülkeden bazıları, Türkiye’den çok çok geride, ama üye. Neden? Çünkü kararlar siyasi. Müzakere etmekte olduğumuz fasılların önüne gelip de siyasi engeller koymayın. Bu yanlış olur. Siyasette dürüstlük esas olmalıdır. Dürüst olmadığınız sürece er ya da geç içeride ve dışarıda affedilmezsiniz.” El hak, yerden göğe haklı sözler. Türkiye gibi büyük bir ülkenin nasıl istismar edildiğini, nasıl aşağılandığını, nasıl alaya alındığını çok ama çok geç de olsa Başbakan da anladı diyeceğiz, ama şüphelerimiz var. Zira bir gün arayla İsveç’te gazetelerin “Rota AB’ye döndü” başlıklı haberinde özetlenen şu sözler de yine Başbakan’a ait:
“AB üyeliği bizim stratejik bir hedefimizdir. AB’ye üyelik hedefi hükümetimiz için her zaman öncelikli bir konudur. Türkiye AB’ye dünden daha yakındır. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği mümkün olan en kısa süre içinde gerçekleştirilmelidir. Yapılacak acil neler varsa bunları yapmakta kararlıyız. TCK’nın 301. maddesi yakında gündemden düşürülecektir. Vakıflar Kanunu’nu çıkardık. TRT kanalının biri Kürtçe yayına başlayacak. Bu yola kararlılıkla çıktık, kararlılıkla devam edeceğiz.”
Bir de, Başbakan’ın AB içinde bize çok yardımcı oluyor dediği İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt’in hatırlattıkları var. Reinfeldt, “Bizim için, 301. madde, düşünce özgürlüğü, azınlık hakları, (Hıristiyan vatandaşları kastediyor) Kürtler’in Türkiye’deki hakları ve Kıbrıs’ta çözüm çok önemli” diyor.
Bu üç paragrafı birkaç defa okuyalım, acaba nasıl bir sonuca varabiliriz? Doğrusu bu işin içinden çıkmak zor. En iyisi biz birbirini nakzeden, bu zıtlıkların yorumuna zaman harcamaktansa, dikkatlerimizi önümüze konan “ev ödevlerimize” çevirelim. Siyasetçinin kamuoyunu oyalamak için söylediklerine değil, yaptıklarına bakalım. Çünkü gerçekler icraatlardadır.
Evet o “ödevlerin” neler olabileceğini düşünelim. Önce bugüne kadar “reform” adıyla yapılanları hatırlayalım, sonra da İsveç Başbakanı’nın bir kısmını saydığı listeye bakalım. Erdoğan’ın “müzakere ettiğimiz fasılların önüne siyasi engeller koymayın” dedikleri; yani AB müktesebatına aykırı olan ve her biri Türkiye’nin yıkımına ve çözülmesine yol açan ağır tavizlere.
Oturup düşünelim, AB “reformlar” ı ülkemizi ne hale getirdi? Durup dururken mi, bölücü terör TBMM’ye kadar girip azgınlaştı, bu kadar şehit verildi; evde, işte, sokakta huzur kalmadı; her yönden kuşatıldık; egemenliğimiz, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve her türlü kutsalımız medyada alenen tartışılır, tabir-i caizse ayaklar altına alınır hale getirilip, tehdit altına sokuldu? Elbette bütün bunlar, durup dururken olmadı ve 6 yıllık AB uyum bilançosunun sadece bir bölümü. Açıkça görülüyor ki yapılanlar, yapılacakların teminatı olmuş.
Nitekim Başbakan, “AB stratejik ve öncelikli hedefimizdir. Yapılacak acil ne varsa yapacağız” diyor. İlk defa Türk askerinin Kıbrıs’tan çekileceğini dillendiriyor. Hem de AB mahkemesi, düşmanca bir tutumla PKK’yı terör listesinden çıkardığı halde.
Gelin bir de 2002 yılını hatırlayalım, bunlar var mıydı? Hatta tahayyül edilebilir miydi?
Osmanlı’da “ıslahat” denilen, yapıldıkça batı tarafından alkışlanan, ama her defasında devletin ve milletin bir dayanağını yok eden tavizlerin şimdiki adı “reform”. Adı değişmiş, ama film aynı. Şimdi de, “reform” yapıldıkça haçlılar, iktidar sahiplerini ve yandaşlarını övüp, destekleyip, göklere çıkarmıyor mu?
Bu basireti bağlanmış AB yolcularının bir de müjdesi var:
“Ey millet duyduk duymadık demeyin!.. Reformlar başlıyor”.
Ey Allah’ım sen iktidar sahiplerine akıl fikir ver, milletimizi de AB yolunda yapılacak “reformlar” dan koru!..