AB'nin son kullanma tarihi mi geldi?
Son zamanlarda Avrupa ve kurumlarıyla ilgili yaşananlar, Türkiye'nin AB'yle ilişkilerini sonlandırmayı göze aldığını, hatta bunu bir noktada istediğini göstermektedir.
Önceleri AB için olağanüstü heves gösterildi
Yönetimin iktidara geldiğinde AB simidine sıkı sıkıya sarıldığı müşahede edilmiştir. Müzakere tarihi alabilmek için, bazıları ulusal çıkarlarımıza ve değerlerimize ters düşmesine rağmen, bir seri AB'ye uyum reformları gerçekleştirilmiştir.
Bunun sonucunda 2004 yılında müzakere tarihi alındığında, sanki AB'ye girmiş gibi sevinç gösterileri sergilenmiş, olay, havai fişeklerle kutlanmıştır.
AB'ye giriş sürecinin aktifleştirilmesindeki amacın, iktidarın Avrupa tarafından da kabullenilmesinin sağlanarak prestij kazanılması ve özellikle bu yolla TSK'nın AB normları içine çekilmesi suretiyle ülke üzerindeki etkinliğinin kırılarak, ideolojik açıdan kendileri için elverişli bir manevra alanı yaratılması olduğu söylenebilir.
Sonra oluruna bırakıldı
Müzakereler bu amaca uygun devam ettirilirken 2007'den itibaren, kendileri açısından vesayet olarak nitelendirilen kurumların, kuruluşların ve çevrelerin yargı ve medya yoluyla itibarsızlaştırılması ve etkisizleştirilmesi için yeni bir süreç başlatılmıştır.
Ergenekon, Balyoz ve sonrasında çeşitli isimler altında Cemaat(FETO) tarafından kurgulanan birçok düzmece dava gündeme getirilmiş, bu süreç iktidar tarafından desteklenmiş, hatta yapanlarla iş birliği içinde hareket edilmiştir.
Bu durum 17/25 Aralık 2013'e kadar devam ettirilmiş, bu olayın etkisiyle davaların kumpas olduğu ortaya çıkmış, müteakiben FETO'yla mücadele başlamıştır. Ancak gelinen aşamada söz konusu kurum, kuruluş ve çevrelerinin itibarsızlaştırılması ve etkisizleştirilmesi amacı da gerçekleştirilmiş olduğundan, AB'ye olan ihtiyaç azalmış, ilişkiler de bir noktada oluruna bırakılmıştır.
Referandum sürecinde hedef alındı
Referandum sürecinde iktidar, sonucun kendi istediği yönde çıkması için milliyetçi söylemlere sarılmış, idamın geri getirilebileceğini söylemiş, Avrupa'yı ve AB'yi hedef alan söylemlerde bulunmuş, hatta AB'yle müzakerelerin referanduma götürülebileceğini dahi gündeme getirmiştir. Fakat diğer taraftan bu söylemlere Avrupa'nın tutumunun sebep olduğunu da ifade etmek gerekir.
Bu süreçte AB ve kurumlarının hedef alınmasını, artık AB'nin Türkiye için önemini kaybettiği anlamında düşünmek mümkündür. Ancak diğer taraftan terörle mücadele ve mülteciler konusunun hassasiyetinden dolayı AB'nin, Türkiye'yi tamamen dışlamayı göze alamayacağının da hesaplandığı söylenebilir.
Referandum sonrasında tehlikeli görüldü
Referandum sonuçlarına itirazlar devam etmektedir. Konunun AİHM'e götürülmesi gündemdedir. AİHM'in nasıl bir tutum izleyeceği bilinmemekle beraber, birçok belgeyle birlikte AGİT raporunu dikkate alması muhtemeldir.
AİHM ve AGİT, Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin kurumları arasındadır. AİHM'de Türkiye'den açılan davaların sayısı gittikçe artmıştır. Açılan davaların tazminatları ve yaptırımlarının Türkiye'yi zora sokması mümkündür. Buna referandum konusunda verebileceği karar da eklenirse sıkıntı daha da artabilecektir.
AKPM'den de Türkiye'nin izleme sürecine alındığı kararı çıkmıştır. Bu durumda Avrupa Konseyi'nden, idam cezasını getirmek suretiyle veya başka bir şekilde çıkılarak kararlardan ve yaptırımlardan kurtulma düşüncesi de söz konusu olabilir.
İngiltere gibi AB üyesi olmadığımızdan, BREXIT gibi bir referandumla müzakerelerin sonlandırılması da anlamsızdır.
AB'den uzaklaşma, hem AB, hem de Türkiye tarafından karşılıklı olarak sürdürülmektedir.
Bu duruma gelinmesinde Avrupa ve kurumlarının haksız tutumlarının büyük payı olduğu inkâr edilemez. Ancak Türkiye'nin de, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, adaletin tecellisi, insan hakları, özgürlükler, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla uygulanması konularındaki eksiklerini ve yanlışlarını da başkası için değil, kendisi için düzeltmesi gereklidir.
"Yok hükmündedir. Kabul etmiyoruz" demekle bir yere varılamaz.