AB’nin Güneydoğu Projesi: 2 Alt yapı nasıl hazırlandı?
Dün bahsettiğimiz Avrupa Parlamentosu’nun taleplerinin hemen ardından yine AB’nin ilk kez ve sadece Türkiye için hazırladığı Etki Raporunda “AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde, Türkiye’de ve diğer bölge ülkelerinde bulunan kayda değer Kürt azınlıklar ile AB’deki mevcut Kürt diasporasını dikkate alacağı” şeklinde bir ifade bulunduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Ancak daha büyük boyutlu istekler de gündemdedir.
Bunlardan ilki uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin anayasanın üstünde sayılmasıdır ki, hiçbir AB ülkesinde böyle bir uygulama olmadığı halde, Türkiye bunu daha önce yerine getirmiştir. Yine bazı AB ülkelerinin imzalamadığı veya yürürlüğe koymadığı, Avrupa “Azınlıklar ile Bölgesel ve Azınlık Dilleri Çerçeve” sözleşmelerini, hem de çekincesiz imzalamamız, “BM Medeni ve Siyasi Haklar ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” sözleşmelerindeki (İkiz sözleşmeler) çekincelerimizi kaldırmamız şart koşulmaktadır.
Peki nasıl olmuş da AB, Türkiye’den bunları resmen isteyebilme cüretinde bulunabilmiştir? AB’ye uyum kapsamında, bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi adı altında yaptırılan düzenlemeleri ana başlıklarıyla hatırlayalım; idamın kaldırılması, ana dillerde yayın/öğretim, çocuklara isim koyma serbestisi, bölücülük propagandasının fikir özgürlüğü haline getirilmesi, terör ve terör örgütü tarifinin değiştirilmesi, şiddete özendirmemek şartıyla terör örgütünü övmenin serbest bırakılması, bu suçtan cezaların azaltılıp dolaylı af getirilmesi, DGM’lerin kapatılması, Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılması, toplantı ve gösteri düzenlemenin alabildiğine kolaylaştırılması, derneklere ülkemizde azınlıklar olduğunu öne sürme, istedikleri dilde yazışma yapıp bildiri yayınlama, yurt dışındaki dernek ve kuruluşlardan para alıp, siyasi partilere maddi yardımda bulunma izninin verilmesi, 15 yaşındaki çocukların dernek kurması, 12 yaşındakilerin ise üye olmasının önünün açılması gibi düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
AB’ye uyumla hiçbir ilgisinin bulunmadığı gibi, bugün daha iyi görülen bu düzenlemelerin de, bundan sonra yapılması istenenlerin de merkezinde sadece Kürt vatandaşlarımız ile Güneydoğumuzun olduğu ve AB’nin gerçek hedefine oldukça yaklaştığı açıktır. Ancak malum zirve öncesi yayımlanan raporlara konulanlar ve yaşananlar, Güneydoğu treninin bundan sonra iyice hızlandırılacağını göstermektedir.
Bu noktada öncelikle hatırlamamız gereken uluslararası hukuka göre, azınlıkları belirlemenin egemen devletlere ait olduğu ve dünyada üzerinde anlaşmaya varılmış bir azınlık tarifinin bulunmadığıdır. Ayrıca azınlık düzenlemelerinde sözkonusu edilen gruplar değil, bireyler olup, hiç kimseye kendi kaderini tayin (self-determinasyon) hakkı verilmemektedir. Sözleşmeler, bireylere tanınan imkanların, ülkelerin siyasi egemenliği, kamu düzeni ve toprak bütünlüğüne karşı kullanılmasını da yasaklamaktadır. Görüldüğü gibi AB tamamen hukuk dışı bir şekilde, ülkemizin bütünleşmiş insanlarının bir bölümünü önce eşit vatandaş temelinden koparıp azınlık konumuna çekmek, ardından da ayrı bir “halk-millet” eksenine oturtmak istemektedir. Aslında PKK’nın stratejisi de aynı hedefe yöneliktir. Bu hedef, teröristbaşı tarafından 2000 yılından önce “demokratik cumhuriyet projesi-Türk/Kürt federasyonu” olarak açıklanmış, Leyla Zana da Avrupa Parlamentosunda yaptığı, “Türk ve Kürt halklarının eşit bir anayasaya ihtiyaç duyduğu, Kürtlerin cumhuriyetin ortağı olduğu, AB’den yardım bekledikleri” şeklindeki konuşma ile bunu uluslararası zemine taşımıştır.
Konumuza devam edeceğiz.