Abdullah Gül'ün ABD ziyaretinin perde arkası...
Hatırlayın, Tayyip Erdoğan 2002 seçimlerinin hemen sonrasında soluğu Washington’da almış ve Musevi lobisinin desteği ile Başbakan olmadan Beyaz Saray’da ağırlanmıştı.
Dün Erdoğan’da olan bu telaş ya da çabanın bir benzeri bugün Cumhurbaşkanı Gül’de var.
Abdullah Gül, uzun temas ve gayretlerden sonra, acele diye tanımlanan bir öğle yemeği için randevu alabildi.
Hayır biz bazılarının aksine Cumhurbaşkanlarının dış geziler yapması taraftarıyız. Dolayısı ile Sayın Gül’ün tutumunu şekil olarak onaylıyoruz.
Ancak...
ABD ya da Washington’a acele ziyaret için bu ısrar ve yoğun çaba niye?
Öyle ya Sayın Gül’ün önünde daha yıllar var. Dolayısı ile böyle bir ziyareti uygun bir zamanda yapabilirdi.
Hem bu ülkeye devlet düzeyinde çok önemli bir ziyaret daha iki ay önce yapılmıştı.
Başbakan Erdoğan’ın gezi sonuçları daha alınmadan bu kadar kısa sürede Türkiye adına ikinci bir ziyaret neyin nesidir?
Ayrıca Türkiye’de yürütmenin başı da Başbakan’dır. Cumhurbaşkanının ziyareti daha ziyade protokol hüviyetlidir.
Peki hal bu iken, Cumhurbaşkanı neden acil randevu için ısrarlı oldu?
Muhtemel gerekçeler şöyle sıralanıyor:
1) Abdullah Gül, dünyanın efendisi olarak gördüğü ABD’ye bir bakıma kendini anlatmaya ve Meclis’den geçmemesine örtülü olarak ön ayak olduğu 1 Mart 2003 tezkeresinin olumsuz izlerini silmeye gidiyor.
2) Cumhurbaşkanı Beyaz Saray’a; Türkiye’de Cumhurbaşkanlığından Sezer gitti, ben geldim, dış politikada artık ben de varım, beni hesaba kat mesajını vermeye gidiyor. Dahası, Gül bu seyahatı ile aynı mesajı dünyaya ve iç kamuoyuna da vermek istiyor.
3) Gül, Washington’a her mes’elede sizinle çalışmaya hazırım, size çok yakınım demeye gidiyor.
4) Cumhurbaşkanı ABD’nin BOP ve K.Irak’la projesinde devre dışında kalmak istemiyor ve inisiyatif almak istiyor.
5) Cumhurbaşkanı, yine hem dışarıya hem içeriye Tayyip Erdoğan sultan ya da tek başına hükümran değil, ben de varım demek istiyor.
Görüldüğü gibi ziyaretin içeriğinde daha çok özel gerekçeler söz konusudur. Yani Sayın Gül, Tayyip Erdoğan’ın 5 Kasım’da yaptığı türden gündemli bir geziye gitmiyor.. Hadise tamamen protokol ziyareti hüviyetindedir.
Burada bir parantez açıp bu zamansız ziyaretin aslında Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ün gizli çekişmesi ya da güç mücaledelesi anlamına geldiğini belirtmeliyiz.
Doğruya doğru...
Sayın Gül, Cumhuriyet döneminin belki en başarısız Dışişleri Bakanı olmasına karşın çok iyi özel ilişkileri vardır.
Mesela ABD Dışişleri Bakanı Rice ile, mesela ABD’deki Yahudi lobisiyle, mesela Suud Kraliyet Ailesiyle çok yakındır. Dolayısı ile bu yakınlıkları kullanarak konumunu güçlendirmek istiyor.
Sonuç olarak söyleyeceğimiz Gül’ün ABD gezisinin şahsi imaj gezisi olduğudur. Endişemiz Cumhurbaşkanının bu gezide ön almak adına Kürtler , K.Irak ve Kıbrıs bağlamında bazı taahhütlere girme ihtimalidir.
Bizim gibi ülkelerde pek çok şey şahsi ve nefsidir de emperyal ülkelerde böylesi gezilerden bile faydalar hesaplanır.
TERCÜMAN GEREK...
Türkçe bilmeyen Hazine Bakanı!
Haberi TV’den izleyince dona kaldım. AKP’nin Hazineye atadığı yeni Bakan Mehmet Şimşek Türkçe dersleri alıyormuş. Uzun yıllar yurt dışında kalan ve ABD’li bir hanımla evli olan Şimşek, Türkçeyi unuttuğu ya da iyi kullanamadığı için özel bir hoca tutmuş.. Sayın Şimşek’in eş durumundan ABD, kendi tercihinden ötürü de İngiliz vatandaşı olduğu malum da Türkçeyi iyi bilmediği meçhuldu... Söyler misiniz AKP gibi kökü ve özünde iddialı olduğunu söyleyen bir parti, Türkiye gibi bir devletin hazinesini böyle birine nasıl teslim eder? Buradan uyarıyorum, TV’den izlediğim haber eğer doğru ise Sayın Şimşek’in tercüman onayı ya da vizesi olmayan evraka attığı imzalar bile tartışmalıdır.. Ne dersiniz, Mehmet Bey yarın yanlış bir imza atarsa, ben Türkçe’yi iyi bilmiyordum da... der mi?.. Sahi Neyzen Tevfik bu günleri görse ne derdi, çok merak ediyorum..
Korkutulan imamın telefonunu basına ben verdim
“Bahçeli, MHP Genel Merkezi’ndeki imamı Neden Kovdu” başlıklı yazımız tabir yerinde ise deprem etkisi yarattı. Sadece Haber 7 sitesinde bu yazımız ilk gün 69 bin kişi tarafından okundu... Keza onlarca haber sitesi ve Hürriyet ve Vatan gibi gazeteler de alıntılar yaptı... Ve dün MHP cenahı olayın üstünü kapatma ve saptırma gayretine girdi. Bakın burada yazıyorum. 1) Bu yazının yazılış gayesinin hiç bir özel anlamı ve amacı yoktur. Tamamen gazetecilik saiki ile yazılmıştır. 2) Bazı MHP’li okurlarım partiye zarar verdin diyorlar. Tekrar ediyorum; ben gazeteciyim, parti görevlisi değil. Hem madem ortada bir zarar-kâr hesabı var, o zaman zarara neden olan şeyler neden yapılıyor? Tepki konulacaksa, yanlışı yapana konmalıdır.. Saklamak gizlemek olur mu? 3) Yazdıklarımın tamamı, yüzdeyüz doğru ve zerre mübalağasızdır. 4) Yazımdan önce İmam Mehmet Bey’le telefonla konuştum ve ne dediyse onu yazdım. 5) Öyle olmasaydı, el sıkılmaz vaazını, Bahçeli’nin onu kapıda karşılamasını nereden bilecektim. 6) En önemlisi haberi ya da yazıyı İmam’la konuşmadan hayali olarak yazsaydım medyaya imamın telefonlarını ben niye vereyim.. 7) Beni arayan Kanal 1, Tempo TV ile Vakit muhabirlerine, Antalya’da oğlunun yanında olan İmam’ın cep telefonunu ben verdim.. Hayali ya da olmayan şeyleri yazan biri, kendini yalanlatmak için Antalya’da olan birinin bilinmeyen cep telefon numarasını basına dağıtır mı? 8) MHP’li Ekici’nin açıklaması dramatikdir. Neymiş efendim, Diyanet’den imam istenmiş de, onun için işine son verilmiş. Sormak lazım, Diyanet partilere imam tahsis ediyor mu? Ediyorsa yıllarca neden beklediniz? 9) Kovulan imam Mehmet Bey kovulma hırsıyla MHP’den istifa edip BBP’ye girmiştir. Bu da mı yalan? Soruyorum MHP’nin imamının BBP’de ne işi var? 10) Bir başka şey, dün tekrar konuştuğum İmam Mehmet Bey bana korkuyla, başıma iş açtın demiştir.. Soruyorum 70 yaşındaki bu adamın korkusu niçindir?