Erdoğan ve partisinin 22 yıllık iktidarı sonunda Türkiye tarihinin dış borç rekorlarını alt üst etti. Türkiye’nin dış borç miktarı ilk kez 500 milyon doları aştı. Enflasyon devletin “resmi” açıklamalarına göre bile yüzde 65’lerde.
Nas ekonomisiyle sıfırlanmaya çalışılan faizler ekonomik dengeleri tepetaklak edince tırmanıp şimdilik yüzde 50’lerde sabitlenmiş durumda. Bunlara paralel olarak ortalığı kasıp kavuran hayat pahalılığı ve geçinmekte zorlanan dar ve sabit gelirli milyonlar…
Yani ülke ekonomisinin manzarası pek iç açıcı değil…
Bu durumda gözler tabi ki, “Verin yetkiyi, görün etkiyi” diyerek Başkanlık koltuğuna oturan Erdoğan’da…
Erdoğan bu yükün altından kalkıp başaracak mı meçhul… Ama örnek aldığı 2. Abdülhamid’in bu alandaki başarısını tarih yazıyor. Erdoğan, 2. Abdülhamid gibi tarih mi yazar yoksa kendisi tarih mi olur bilinmez. Ancak bilinen gerçek; 2. Abdülhamid’in haleflerinden borç batağı içinde iflas etmiş olarak devraldığı ülkeyi gösterdiği çabalarla düze çıkarmasıdır.
Tarihçi Prof. Dr. Vahdettin Engin, Osmanlı’nın Batı tarafından “hasta adam” ilan edildiği yüzyılda imparatorluğu 33 yıl yöneten 2. Abdülhamid’in ülkeyi borç batağından çıkarıp hayatı ucuzlatma mücadelesini şöyle anlatıyor:
Sultan Abdülhamid, kendi döneminde alacaklı ülkelerle yaptığı pazarlıklar neticesinde dış borçların %52 oranında silinmesini sağlar. İlk dış borcun alındığı 1854 yılından 1881’e kadar olan dönemde biriken borç miktarı 252 milyon liraya ulaşır.
Yani 1881 yılı itibarıyla devlet bir yıllık gelirinin tam 16 katı borçlu durumdadır. Sultan Abdülhamid bu borcu pazarlıkla 125 milyon liraya düşürür. Üstelik bu indirim yaptırılırken ülke şartları da çok elverişli değildir.
Hem iflas etmiş hem de ağır bir yenilgiyle Osmanlı-Rus Savaşı’ndan yeni çıkmış bir Osmanlı vardır. Abdülhamid’in yukarıda bahsettiğimiz politikası sonucunda kalan borçlar yıllık taksitlere bölünür ve ödenebilir bir hâl alır.
İlerleyen yıllarda genel anlamda hayat pahalılığının olmadığı, insanların geçimlerini kolayca sağlayabildiği dönemler yaşanacaktır. Devlet gelirlerinin yetersizliği sebebiyle zaman zaman maaşların geç ödenmesi söz konusu olabilmektedir ama her şeye rağmen hayat çok ucuzdur. En katı Abdülhamid muhalifleri bile hayatın ucuzluğu konusunda hemfikirdir. Yapılan iktisadi yatırımlarla da ülkenin gelirleri artacaktır. Özellikle demiryolu yatırımları ve ziraat alanında yapılan yatırımlar önem kazanacaktır.
II. Abdülhamid dış borçlanmanın ülkeye getirdiği iktisadi sıkıntıya ve yol açtığı siyasi bağımlılığa şehzadeliği sırasında şahit olur. Dolayısıyla Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi kurulup borçların yarısı silindikten sonra kalanların düzenli ödenmesine önem verip esas olarak da yeni dış borçlar yapılmamasına gayret eder.
Bunun için de tasarrufa riayet kaidesine öncelikle kendisi uyar. Hatta padişahlığının ilk yıllarında, mali buhranların devam ettiği bir sırada gerçekleştirdiği bir icraatla, şehzade ve sultanların maaşlarını yarıya indirir. Böylece tasarrufu şahsen ve en yakınlarına yaptırarak halka da güzel bir mesaj verir. Nitekim bu tedbirler neticesinde ve Abdülhamid zamanında, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz dönemindeki müsriflik ortadan kalkar.
1903 yılında Abdülhamid, Osmanlı’nın mevcut borçlarını yeniden yapılandırarak 75 milyon liradan 32 milyon liraya düşürür. İleriki yıllarda da kafasındaki plan doğrultusunda, borçların ödenmesi için özel bir çaba sarf eder. Nitekim II. Meşrutiyet’in ilan edildiği ve giderek kendisinin devre dışı kalacağı 1908 yılında dış borçlar 25 milyon liraya iner. Bunun anlamı borç miktarının devletin bir yıllık gelirine denk düşecek şekilde azaltılmasıdır.