ABD’den Yeni Irak’ta arabuluculuk veya...
Uluslararası Kriz Grubu (ICG) son raporunda, Amerikan ordusunun çekilmesiyle Irak’ta federal hükümet ve bölgesel Kürt yönetimi arasında yaşanabilecek gerilime ve Türkiye’nin Irak’ta oynayabileceği arabulucu role dikkat çekiyor. Konuyla ilgili olarak ICG’nin Orta Doğu program direktörü Joost Hintelmann’ın yaptığı açıklamanın özeti şöyle:
1- Amerikan ordularının çekilmesi, ülkenin kuzeyinde derin kırılma, gerginlik ve istikrarsızlık yaratabilir. Bu durum iç çatışmaya dönüşebilir.
2- Ana sorun, ihtilaflı bölgelerin statüsü. Kuzey yönetiminin bu bölgelerin Kürdistan’ın bir parçası olduğunda ısrarcı olması. Buralarda yaşayan; Kürtler, Araplar, Türkmenler ve daha küçük azınlık grupları bölgesel yönetimle hem-fikir değil. Durum çözümsüz kalmaya devam ettiği ve Kürtler ısrarcı olduğu için de gerilim oldukça yüksek, özellikle de siyasi ve askeri kesimlerde.
3- Yine Kürdistan’ın iç sınırları, ülkenin hidrokarbon ve gaz kaynakları ile bunlardan elde edilen gelirin ve iktidarın paylaşılması çok önemli. Bunların başında ise zengin petrol kaynaklarına sahip Kerkük yer alıyor.
4- Kerkük’ün geçici bir süre için özel statüye sahip olması düşünülebilir. Bu durumda, Kerkük Bağdat’a da, Erbil’e bağlı olmadan, kentin yönetiminde etnik ve dini gruplar adil bir şekilde temsil edilebilir.
5- Arap ülkelerini etkisi altına alan devrim dalgası Irak’a da ulaşabilir.
6- Türkiye bu gerilimde arabuluculuk yapabilir, rol üstlenebilir.
Raporda Erdoğan’ın Bağdat ve Erbil’i ziyaretinin faydalı olacağı belirtiliyor.
Demek ki yeni görevimiz bu. İşgalci ABD’nin, 160 bin askerle, 8 yılda yakıp yıktığı, mahvettiği, , etnik fitnenin ateşine attığı Irak’a Türkiye düzen verecek. Hem de emperyalistin istediği gibi.
Bu görev benimsenmiş olmalı ki, Başbakan Erdoğan apar topar Irak’a giderek, “üç merkez”i; Bağdat, Necef ve Erbil’i ziyaretle işe başladı.
ABD ve bu üç merkezin, hiç vazgeçmedikleri istek ve iddiaları belli. Peki Türkiye’ninki de belli mi? Bunun cevabını yıllar içinde değişen söylemlerimizde görelim.
Önceleri; Irak’ın siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün kırmızı çizgimiz olduğunu ilan ettik. 10 Nisan 2003 tarihinde Kerkük’ün tapu ve nüfus daireleri yakılıp yıkılıp yağma edilirken, Dışişleri Bakanımız Gül, O belgelerin aslı bizim arşivlerimizde, boşuna uğraşmayın dedi. Ama Türkmen şehri Kerkük’ün kimliği ve nüfus yapısı bozulurken bunları hatırlamadık. Bir ara Türkiye’nin hassasiyeti üzerine Barzani’nin, “Türkiye’nin Kerkük’e müdahale etmeye hakkı yok. Eğer yaparsa, o zaman biz de Diyarbakır ve diğer kentlere müdahale ederiz” tehdidini cevapsız bıraktık.
PKK’yı bağrında barındıran, kanlı terörü besleyen, iç işlerimize cinayetlerle karışan, vatanımızın bütünlüğünü tehdit eden Barzani yönetimine karşı biz ne yapabildik?
Türkmenlerin her Allah’ın günü düzenlenen, katliam, baskın ve soygunlarla sindirilmesini görmezden geldik.
Irak işgalinde yardımcı olduğumuz ABD ile el ele çalışan Barzani’nin bağımsız ve meşru devlet olması siyasetinden medet umduk. Erbil’de konsolosluk açtık. Ziraat Bankasından sonra Vakıflar Bankası da şube açıyor. Barzani’nin petrolü, üzerimizden Akdeniz’e akıyor. Erbil’i Bağdat’ın önüne aldık. Barzani “ağabeyimiz” oldu. PKK terör örgütü siyasi iktidarla, devletimizin temelleri üzerine pazarlığa oturdu. Bütün bunlardan sonra kırmızı mırmızı çizgi kalır mı?
Birisi kalkıp bütün bunlar BOP’un gereği idi. Eşbaşkan olmak kolay mı? diyebilir. Eğer öyleyse, bu arabuluculuk görevinin sonunda, Irak “Kürdistan” yönetimiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasında bir konfederasyon kurulacak demektir.
Böylece ABD’nin Süleyman Demirel’e söylediği, Turgut Özal’ın çekiç güç yoluyla inşasını başlattığı Barzani yönetimi ile federasyon kursak ne olur dediği proje gerçekleşmiş olacaktır.
Kötü mü? Söyleyelim: önce Misak-ı Milli gerçekleşir, büyürüz. Sonra günü gelince de topraklarımız bölünür küçülürüz. Büyük Kürdistan
kurulur.
Başka bir ifade ile nur topu gibi (!) ikinci İsrail doğar.