Fakat ondan sonra, Alman ve İtalyan diktatörleri, kendi uluslarını, Atatürk’ün Türkleri ilerlettiği yoldan çok farklı bir yolda yürüttüler. Her üçü de şiddet kullanmakla beraber; bunun biçimi ve çapı, Türkiye’de, İtalya ve Almanya’dakinden çok değişik ve hafif idi... Ayrıca İtalyan ve Alman diktatörlerinin bol masraflı askerî gösteriler ve haşmetli yeni saraylar yaptırmalarının tam tersine, Atatürk, hatta bazen, Cumhurbaşkanı olarak askerî tören kıtalarını denetlediği zaman bile, hep sivil elbise giyindi; görkemli sarayları müzelere ve toplantı salonlarına dönüştürdü; ulusunu, yararsız gösterilerden arındırdı. Her üçü için de, devlet kavramının temeli, ulusal gurur veya milliyetçi motif idi. Fakat, dünyada kendi milletlerine düşen uygun rol hakkındaki direktifleri bakımından, Atatürk, diğer ikisinin tam karşıtı kutupta idi. Dünya, Mussolini’nin İtalyanlara fetihler yolu ile Roma İmparatorluğunu yeniden diriltme vaadini, işe Habeşistan istilâsı ile başladığını ve ırkları ile mağrur Almanlara, Führer (Hitler)in direktifini biliyordu. Halbuki Atatürk’ün kendi sözleri ile, Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının kendi varlık ve refahını düşünmekten başka bir şeyle ilgisi yoktu... Atatürk, 1938’de öldü. Fakat, medenî devlet adamlığı ile tarihin kayıtlarında hâlâ yaşıyor. Diğer ikisi ile ilgili ölümsüz kayıt ise, gayrimedenî damgası ile tarihe geçmiştir. Ernest Jackh (Alman kökenli bir İngiliz diplomatı) siyasî bir görevle Türkiye’de bulunduğu sırada, Atatürk’e bu çelişkiyi göstererek şöyle diyordu: Sizin diktatörlüğünüz, esaret altındaki bir halkı kurtarıyor. Halbuki; Hitler’in zulmü, özgür bir halkı esarete sokuyor. Türkler, genel olarak, Atatürk’e kişisel böbürlenme veya devlete sahte bir gurur sağlama için, kendilerini zorlayan bir diktatör olarak bakmazlar. Onu, daha çok, en açık bir ifade ve en güçlü bir liderlik kazandırdığı kendi iradelerinin bir temsilcisi olarak görürler. Kişisel otoritesini gereğinden fazla kullanmış olması, genelde, aşağılanmış bir imparatorluğu saygın bir cumhuriyete ve ezilmiş tebaaları gururlu vatandaşlar haline dönüştürmüş olmasının önemini azaltmaz... Bununla beraber; çizdiği yol, alışılmamış bir yoldu ve düşman yakınında bilinmeyen bir arazide ilerleyen askerler gibi, Türkler, görünüşe göre, doğru bir plân yapabilen ve adım başında tartışmak için durmayan, bütün kuvvetleri düzenle sevk edebilen bir şef veya komutan istiyorlardı. Atatürk, Türkler için o tip bir liderdi. Bu nedenle onu Ebedî Şef seçtiler..."
Elain D. Smith: Türklerin
gözünde büyük bir kahramandı
Doktorasını Türkiye üzerine yapmış olan bir Amerikalı bayan araştırıcı (Elain D. Smith), 1959’da yayımlanan "Türkiye: Kemalist Hareketin Kökenleri (1919-1923)" başlıklı kitabında şu değerlendirmeleri yapıyor: "...15 Mayıs 1915’teki Yunan saldırısı, savaş yorgunu Türkler üzerinde kuvvetli bir etki yaptı; çünkü, Türkler, ikinci derece yurttaş saydıkları bir azınlık toplumu tarafından idare edilmeye katlanamazlardı. (Devam edecek)