ABD, İsrail-Filistin çatışmasında ikilem içinde
ABD’nin, 07 Ekim 2024’den beri devam eden İsrail-Filistin/Hamas çatışmasında, başlangıçtan itibaren İsrail tarafında yer aldığı, ona koşulsuz destek verdiği, uluslararası kuruluşları ve kendisiyle birlikte hareket edebilecek ülkeleri bu destek konusunda teşvik ettiği, hatta ABD’yle birlikte hareket etmekten çıkar sağlamak isteyen ülkelerin de buna katıldığı bilinmektedir.
Ancak İsrail’in saldırılarının, başından itibaren, bölge etkinliği ve dünya nezdindeki sarsılan prestijini yeniden tesis etmek üzere yapıldığı ve intikam duygusu taşıdığı görülmüştür. Son tahlilde bunun katliama ve soykırıma dönüşmesi üzerine, dünya kamuoyunun ve ABD’yle birlikte İsrail’e destek veren ülkelerin önemli bir kısmının bu facianın durdurulması yönünde tavır alması, ABD kamuoyunda da yönetime karşı ciddi tepkiler oluşması, ABD’yi uyguladığı politikada kısmen de olsa yumuşamaya zorlamıştır.
İsrail’e karşı tepkiler büyüyor
Başlangıçta İsrail’e destek verenlerin de içinde olduğu birçok ülke soykırıma dönüşen saldırıların durdurulması için tepki göstermektedir.
ABD’deki üniversiteler “Filistin’e destek” gösterileri düzenlemektedir. Gösteriler Avrupa’daki üniversitelere de sıçramış durumdadır.
Saldırıların durdurulması ve esirlerin kurtarılması için İsrail’de de gösteriler yapılmakta ve yönetime karşı her geçen gün tepkiler artmaktadır.
Biden yönetimi, iç kamuoyundaki tepkilerin seçimlere etki edeceği endişesiyle, “İsrail’e şartsız, koşulsuz destek” politikasında, yumuşama göstermek mecburiyetinde kalmıştır. İsrail’e, sivillere zarar vermemesi uyarıları yapmakta, İsrail’e, Refah’a operasyon düzenlememesini söylemektedir. Ancak bundan daha ileri gidememekte, “saldırıları durdurmazsanız her türlü desteği keserim” diyememekte, “Ateşkes”in kesin ve süresiz olmasını da isteyememektedir.
Bu davranış ABD’nin, “İsrail’i Orta Doğu’daki kalesi, bölgedeki güçlü/etkin müttefiki” olarak kalmasını isteyen ana politikasından kaynaklanmaktadır.
İsrail yönetimi saldırıları durdurmuyor
Bir taraftan İsrail içinden halkın ve bazı meclis üyelerinin hükûmete karşı tepkisi sürerken, diğer taraftan da özellikle Ultra Ortodoks Yahudi olan hükûmet üyelerinden ve meclis üyelerinden saldırıların durdurulmaması yönünde baskılar gelmektedir. Aşırı sağcı hükûmet üyesi iki bakan, Netanyahu’yu “Refah’a saldırı yapılmazsa hükûmeti düşürürüz” diyerek tehdit etmiştir.
İsrail’in ana politikası Filistin’i ve halkını yok etmek ve yaşadıkları bölgeleri de işgal etmektir. Hamas saldırısını bahane ederek, ABD’nin de desteğiyle bu hedefine ulaşmak istemektedirler. “Esir takası olsa da olmasa da Refah’a gireceğiz” demelerinin altında yatan gerçek de budur. 20-30 İsrail’i esiri kurtarmak için saldırıdan vazgeçemeyeceklerini söyleyenler dahi vardır. Bunu “esir takasında anlaşma sağlanmazsa Refah’a gireriz” diye yumuşatmaya çalışsalar da, anlaşma istemedikleri için bunun bir önemi de yoktur.
İsrail yönetimi, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde(UAC) soykırım suçlamasıyla yargılanmaktadır. Ateşkes sağlanması, esirlerin takası ve Filistin konusunun çözümü için bir sürecin başlaması halinde, kendilerinin de yargılanacaklarını bildiklerinden bu konuya istekli olmadıkları görülmektedir. Mahkemeden, katliamdan/soykırımdan sorumlu olanlar hakkında tutuklama emri çıkması ihtimali nedeniyle, başta Netanyahu olmak üzere sorumlu olanlar tedirginlik içindedir. ABD’li 12 senatörün UAC’yi tehdit etmesi kabul edilemez.
Hamas “Ateşkes”i kabul ettiğini açıkladı
İsrail ve Hamas arasındaki görüşmeler, Mısır ve Katar’ın arabuluculuğunda CIA Direktörünün de katılımıyla Kahire’de devam ederken Hamas yetkililerinden, burada önerilen “Ateşkes” anlaşmasını kabul ettikleri açıklaması gelmiştir.
Müzakerelerde ana konular “Ateşkes”, esirlerin takası ve insani yardımlardır. Hamas’ın bu müzakerelerden beklentisi; saldırıların tamamen durdurularak kalıcı bir ateşkes çıkması, esirlerin takası, insani yardımın düzenli bir şekilde sivillere ulaştırılması, yeniden bir saldırı olmaması hususunda ABD’nin garanti vermesi, iki devletli bir çözüm içeren sürecinin başlaması, Gazze’nin yeniden imarı için çalışmalar yapılması yönündedir. Ancak İsrail’in kısa süreli bir ateşkesle esirlerin mübadelesinden başka bir çözüme yanaşmayarak saldırılarına da devam edeceği anlaşılmıştır.
Hamas, önerilen “Ateşkes”in, beklentilerini yeterince karşıladığını düşünerek kabul ettiğini açıklaması İsrail üzerinde şaşkınlık yaratmış ve İsrail, beklentilerini karşılamadığı gerekçesiyle bunu kabul etmemiştir. (Hamas’ın bu kararının Hamaney’in Türkiye ziyaretinde olgunlaştırıldığına ilişkin değerlendirmeler vardır.) Hamas’ın bu davranışıyla İsrail, ABD ve uluslararası kamuoyu üzerinde olumlu bir baskı yarattığı görülmektedir.
İsrail, Hamas’ı yok etmek için savaşa devamda ısrarlıdır. Hamas realitesini ve onun tamamen ortadan kaldırılmasının mümkün olmayacağını kabullenememektedir. İsrail, Refah’a saldırarak sınır kapısını ve civarını kontrol altına almıştır. Saldırıları şimdilik düşük yoğunluktadır. Ancak can kayıpları devam etmektedir. Refah’ta sıkışan 1,5 milyon Filistinli çaresizlik içindedir. Mısır, İsrail’in bu Filistinlileri Mısır’a göç etmeye zorlaması karşısında tedbir almış durumdadır.
İsrail bir taraftan “Ateşkes”i kabul etmediğini söylerken, diğer taraftan da Kahire’deki müzakerelere katılmaya ve şartları müzakereye devam etmektedir.
***
- ABD’nin İsrail’e karşı kesin tavrını koymadığı müddetçe, İsrail’in saldırılarını durdurmayacağı açıktır. İki devletli nihai çözüm konusundaki samimiyeti sorgulanmaya muhtaçtır. Kalıcı bir ateşkes arzu ettiğini söylemek de zordur. Dünya ve iç kamuoyunu tatmin edebilmek için İsrail’i uyaran açıklamalarından öteye gidememektedir. CIA’nın da katıldığı müzakerelerde Hamas’ın “Ateşkes”i kabul etmesinden sonra dahi, İsrail’i sıkıştıracak bir tutumdan kaçınmış, “durumu inceliyoruz, Refah’a saldırının sınırlı olacağı yönünde söz aldık” demekle yetinmeye çalışmıştır. “İyi polis ve kötü polis” rollerini birlikte oynamaktadır. İç ve dış baskılarla İsrail politikası arasında sıkışmış durumdadır. İkilem içindedir.
- ABD’nin bu şekilde hareket etmesinin sebebi, hem İsrail konusunda takip ettiği politikasının, hem de ABD’deki Yahudi toplumun/lobisinin ve parlamenterlerin etkisi vardır. Yönetimdeki Dışişleri Bakanı’nın Yahudi kökenli olması da bu durumu güçlendirmektedir. Blinken’ın, saldırıların akabinde İsrail’e yaptığı ziyarette “Ben sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak da buradayım" ifadesi unutulmamıştır. Blinken ayrıca geçtiğimiz hafta sonu bir toplantıda yaptığı açıklamada, İsrail’in, Filistinlileri haklı gösteren sosyal medyanın baskın yayınlarıyla kendisini iyi ifade imkânı bulamadığını da söyleyerek, Yahudiliğin de etkisiyle, İsrail’den yana olan tavrını ortaya koymuştur.
- Gazze’de sıkışan Filistinlilerin başka ülkelere tahliye edilmesi konusu, İsrail’in Refah’da kontrol sağlaması ve saldırılarına da devam etmesiyle daha da artmıştır.
- Türkiye’ye, hasta, yaralı, refakatçi ve bunların yakınları diye gelenlerin sayısı kısmen de olsa artış gösterirken, ülkemizin artık yeni bir göç dalgasını üslenecek takati kalmamıştır.
- MEB tarafından ülkemizde 1 milyon göçmen ilköğretim öğrencisi bulunduğunun açıklanmasıyla, Türkiye’deki legal+kaçak göçmen sayısının 10 milyonun üzerine çıkmış olduğu artık saklanamamaktadır. Bu durumda Geri Kabul Anlaşması dâhil, göçmen kabul etmeye meyilli ve beka sorunu haline gelen politikamızı değiştirmemiz zaruri hâle gelmiştir.