Bican, "28 Şubat'ta Devrilmek" kitabında bir Başbakanlık çalışanı olarak o süreçte bire bir tanık olduğu olayları anlatmıştı. Yeni kitabı "28 Şubat'tan Bugüne Bakmak"ta ise 28 Şubat sonrasını mercek altına alıyor. "28 Şubat bin yıl değil, on yıl sürseydi FETÖ olur muydu?" sorusunu odak alan Mehmet Bican çok önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunuyor. "28 Şubat Süreci" diye bilinen dönemde o sürecin aktörleriyle beraber olan Başbakanlık eski bürokratı gazeteci-yazar Mehmet Bican bu yeni kitabında 20 yıl önce yaşananlara dönüşler yaparak, "28 Şubat Darbe"sinin yargılama aşamasında yaşananları ve şimdilerde FETÖ'nün üyesi olmakla suçlanan davanın savcıları Kemal Çetin (meslekten ihraç) ve Mustafa Bilgili (tutuklu)'nin askerlere kurduğu kumpasları gün yüzüne çıkarıyor.
Hatırlanacağı gibi Millî Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 1997'deki tarihi toplantısında, "Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı İslam Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimize karşı çok yönlü bir tehdit oluşturdukları"nı belirleyerek, bu tehlikenin önlenmesi için Hükümet'e bazı önerilerde bulunmuştu. O MGK kararı, o öneriler, o tehlikeyi önlemek için gerçekleştirilen çalışmalar, şimdilerde Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor. Darbeci ilan edilen o dönemin komutanları, ömür boyu hapse çarptırılmak isteniyor. Mehmet Bican yeni kitabında şu sorulara cevap arıyor:
* 28 Şubat'ta irtica tehlikesine karşı belirlenen önlemler uygulanmış; BÇG ve MİT belgelerinde bir "önemli tespit" olarak altı kalın çizgilerle çizilen Fethullah Gülen tehlikesinin üzerine gidilmiş olsaydı... Bugün Türkiye, FETÖ belâsıyla baş etmeye çalışıyor, 15 Temmuz 2016 Darbesi'nin yaralarını sarmakla uğraşıyor olur muydu?
* O dönemde Gülen Cemaati hakkında soruşturma yapıp dava açan bir yürekli ve namuslu savcı kumpasa getirilip, sahte seks görüntüleriyle itibarsızlaştırılıp mesleğini yürütemez hâle getirilmeseydi, bugün FETÖ olacak mıydı?
* Ve Fethullah Gülen'in dizinin dibinde oturmak... Elinin içini öpmek... Hayır duasını almak için okyanusları katedip o şer yuvasında sıraya dizilen başbakan yardımcıları, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, polisler, profesörler, doçentler, doktorlar, fabrikatörler, sanatçılar, futbolcular... Gülen'in talimatını getiren FETÖ'nün birinci sıradaki müritlerinin sözü üzerine türbe önlerinde sahte evliyalara avuç açan parti liderleri... 28 Şubat Dönemi'nde ordudan atılmış Gülen'in imamları... FETÖ'ye arsa-apartman-benzinlik yağdıran, ne isterse veren belediyeler... Evet, bunlar olmasaydı, görmeseydik, yaşananlara tanık olmasaydık... 28 Şubat Bildirisi'ndeki o önlemleri görmezlikten gelmeseydik... Bugünlere gelecek, bu kapkara Türkiye fotoğrafı bizim kaderimiz olacak mıydı?
Galeati Yayıncılık Tel:0539 669 60 69
****
Bahçelili yıllar nasıl başladı
Araştırmacı Kağan Bahadır Küçükalcan "MHP'nin En Uzun Yılı 1997" adlı kitabıyla Alparslan Türkeş'in vefatı sonrası yaşanan liderlik yarışı ve sonrasındaki gelişmeleri dönemin tanıklarının anlattıklarıyla gündeme taşıyor:
1997 senesi MHP-Ülkücü hareket açısından pek çok kırılma noktasını içinde barındıran bir yıl olmuştur. Bu kırılmaları "kol kırılır yen içinde kalır" mülahazası ile değerlendirip, kırık kolu giysinin içerisinde saklayabilmek mümkün değildir. Zira "kırılma" televizyonların, gazetelerin önünde yaşanmış ve artık bir "vaka" olarak kabul edilmiştir. Burada yapılan, "unutulmuş bir vakayı tekrar ısıtma" olarak da değerlendirilemez çünkü gerek harekete mensup olan gerekse harekete muarız olanlar tarafından bu yaşanmışlıkların sık sık konuşulduğu da bir hakikattir. Aynı sene içerisinde Ülkücü Hareketin Başbuğu'nun vefat ettiği, hem de toplam üç kongrenin birden yapıldığını düşününce, bu senenin "en uzun" olarak değerlendirilmesi eminim okuyucuyu şaşırtmayacaktır. "Dönemin tanıkları" Azmi Karamahmutoğlu, Hakan Ünser, Fatih Doğrucan ve Arslan Tekin ile yapılan röportajları; kısacası ülkücü harekette; örslerin, çekiçlerin, demirlerin ve aradaki demir olmak istemeyenlerin öyküsünü bu kitapta bulacaksınız.
Aygan Yayıncılık Tel: (0542) 788 39 32
***
Tartışmanın perde arkası
Bu kitap, bir milletin tarihten silinmeye çalışılırken, nasıl küllerinden yeniden doğduğunu anlatmak gayesiyle hazırlanmıştır. Birer birer istiklâllerini kaybeden Doğu Türklüğü devletlerinin ayakta kalan son kalesi Osmanlı İmparatorluğu idi. 1920 Sevr Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu'nun son bulduğu ve Türklüğün müstakil vatanının kalmadığı tescillenmek istenmişti. Birçoğunun bildiğinin aksine, Osmanlı Meclis-i Mebusanı bu antlaşmayı tasdik etmemişti. Ama İmparatorluğun başkenti olan İstanbul işgal edilmiş ve âdeta devletin beyni esir alınmıştı. Ama kimse Türklerin tutundukları bu son vatan parçasını kolay kolay teslim etmeyeceğini aklına getirmemişti. Sakarya'da Mustafa Kemal ve silâh arkadaşlarının yeni bir ruhla Anadolu'dan başlattıkları hareket 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılması, Mudanya Ateşkesi ve nihayet Lozan Antlaşması ile taçlanmıştır. Ama çözülmesi gereken mühim bir problem vardı. Diplomasi masasında devleti kim temsil edecekti? İstanbul halen işgal altındaydı. Dolayısıyla padişahın iradesi serbest değildi. Anadolu hareketinin liderlerini diplomasi masasında tek temsilci olarak bırakmak için 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırıldı. Hilâfet'e hemen dokunulmadı. Hilâfetin daha sonra kaldırılması, aydınlar arasında farklı yorumlandı. Hilâfet'in devlet idaresinde iki başlılığa sebep olacağını düşünenler olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti'ne İslâm devletleri arasında önderlik mevkii sağlayacağını iddia edenler de oldu.
Araştırmacı yazar Erol Kılınç'ın yayına hazırladığı "Millî Hâkimiyet Ve Hilâfet" adlı kitap, Hilâfet hakkındaki müspet ve menfî görüşleri yorumsuz bir şekilde okuyucuya sunmayı amaçlıyor.
Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50