“23 Nisan”ı beklerken!
Kutlanmasına günler olmasına rağmen, “23 Nisan”ı daha doğrusu “23 Nisan ruhunu” istemek ve beklemenin elbette bir değil birçok nedeni bulunuyor.
Çünkü; 23 Nisan ruhu, milli hâkimiyetimizi istiyor ve emrediyor.
Çünkü; 23 Nisan ruhu, milletin hâkimiyetini, “Kayıtsız ve şartsız” öne koyuyor.
Çünkü; 23 Nisan’ı daha “coşku” ile kutlamak icap ediyor.
Yüce Türk Milleti; kendini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden, yaşanan bütün çalkantıları, demokrasinin bir “icabı” veya “cilvesi” olarak kabullenmemelerini bekliyor.
Zaten 23 Nisan ruhu, bunun altını adeta çiziyor.
Ne var ki vatanımızın bölünmez bütünlüğüne dil uzatıldığı, ulusumuzun egemenlik haklarına el atıldığı bir ortamda “coşku” dan bahsetmek “zor” geliyor.
Oysa, bu millet hakimiyetini korumak için kaç yıldır direniyor.
Bu millet, yediden yetmişe kadar bağımsızlığını korumak için “ant” içmiş bulunuyor.
Anadolu’nun bağrından kopan bu ruh, hiçbir zaman “egemenlik” haklarının kimsenin, hatta ne ABD’nin, ne de AB’nin isteklerine, izanına, insafına, hoş görüsüne bırakacak “karakter” taşımıyor.
Gerçekten de çok “kritik” günlerden geçiliyor.
Her şeyden önce; ne ABD’nin ne AB’nin ne de BM’nin yaşananlara hiçbir şekilde, katılmaması, karışmaması hatta görüşte bulunmaması hayati önem taşıyor.
Zira, her hangi bir girişim veya temas, terör örgütü PKK’yı meşrulaştırmaya götürüyor.
Belki de sözüm ona “süreç”in en hassas noktasını bu durum oluşturuyor.
Aslında, PKK ve ne yazık ki bazı uluslararası güçler hem bunu istiyor, hem de körüklüyor.
Dikkat edilirse, meşrulaştırılmak istenen bir teröristbaşı, yasa dışı sözlerinde, “silahları gömme” değil “silahlarla gitmeyi” öneriyor.
Yani bir bakıma; sınır ötesinde bir silahlı güç topluyor.
Nereden bakılırsa bakılsın; sözüm ona bütün “süreç” için, adaya gidişlerin gelişlerin ve manifestoların pervasızca okunmasının yasa dışı olduğu görülüyor.
Bir yandan, yıpranan, yorulan iç politika arenası, diğer yandan dış dayatmalar, hükmünü “insafsızca” icra ediyor.
23 Nisan’ı ve ruhunu oturup düşünmenin tam zamanı yaşanıyor.
Elbette bir asra yakın zamanın “kolay” veya “boşuna” geçmiş sayılmaması gerekiyor.
Her şeyden önce, tam “bağımsız” bir vatan bırakmanın yanı sıra, “huzur” ve “refah”a giden yolları da ardına kadar aralamamız icap ediyor.
Bağımsızlığı sonuna dek korumak ise zaten “tartışılmayacak” kadar “kutsal” değer taşıyor.
Aslında; barış güven, huzur ve refahı herkese eşit şekilde sağlamak artık kesinlikle öne çıkıyor.
Ne var ki; temel koşul olarak da, Türk Bayrağının altında yaşamayı kabul etmek gerekiyor.