Hazırlayan: Ahmet Yabuloğlu
Annesi,babası ve teyzesi alzheimer olduğu için bu hastalar konusunda geniş gözlem ve deneyimlerine yaptığı araştırmaları da ekleyen Jay Ingram şu değerlendirmede bulunuyor:
Ben bu kitabı, aile bireylerimi demans (bunama) -büyük olasılıkla Alzheimer hastalığı- yüzünden kaybettiğim için yazmadım. Pek çok insanın bu hastalıkla ilgili az çok tecrübesi olmuştur. Bunların çoğu da bu konuda konuşmaktan çekinmez. Bazıları ise hastalığın nasıl bir şey olduğu ile ilgili birinci ağızdan tecrübelerini anlatır, ötekiler ise bir bakıcının ya da aile bireylerinden birinin ağzından yaşananları aktarır. Alzheimer hastalığı üzerinde daha fazla düşünmeye başladığımda, hastalığın anatomisini, doğal seyrini öğrenmek istedim. Aradığım, bakım önerileri, beslenme tarifleri ya da kişisel tecrübeler değildi. İstediğim bir bilimsel açıklamaydı: Hastalık neden kaynaklanıyordu? Sebebi neydi? Yaşlanmanın doğal bir sonucu muydu? Onunla nasıl başa çıkabilirdik?
Günümüzde Alzheimer'den korkmamıza karşın eskiden bu, bazıları için yaşlanmanın olağan bir sonucundan ibaretti. Alzheimer hastalığının ardındaki bilimsel sebepler oldukça karmaşık ve çok zorlayıcıdır. Herhangi tıbbi bir başka gizemli olgu kadar hayret verici olmanın ötesinde benzersiz bir niteliğe sahiptir. Hastalığın yaşattığı duygusal yorgunluk ve dünya çapında Alzheimer hastalarının sayısındaki artış ile bunun sağlık hizmetleri üzerinde yarattığı muazzam yük, Alzheimer konusunda çalışan bilim insanları üzerinde bir an önce bir tedavi yöntemi geliştirme açısından baskı oluşturuyor. Alzheimer hastalığı nihayetinde "yirmi birinci yüzyılın vebası" sayılır. Ne var ki aslında bu hastalık yalnızca yirmi birinci yüzyıla özgü değildir. Alois, Alzheimer'in adının bu hastalıkla birlikte anılmaya başlamasından çok önce tıp dünyası demans (bunama) konusunun farkındaydı ve bu hastalığı da bugün bizlere aşina gelen biçimde tanımlıyordu. Bu hastalığa, "Alzheimer Hastalığı" adının verilmesi, yüz yıl kadar önceydi. O zamanlar bu adlandırma kısa süreli bir heyecan yaratsa da bunun gerçek anlamda bir hastalık olarak tanımlanması 1970'lerin ortasını buldu. Öncesinde bu durum, yaşlılığın doğal seyrinin bir sonucu olarak değerlendiriliyordu. O zamandan buyana tek bir hastalık üzerinde odaklanma açısından neredeyse daha önce görülmemiş bir dönem yaşıyoruz. Alzheimer hastalığı, büyük olasılıkla toplam bunama vakalarının yüzde 75'ini temsil etse de bunamanın tek sebebi değildir. Bu vakaların çoğu bazı kötü proteinlerin etkisiyle bir tema üzerinde değişimler şeklinde görülür.
Kitabın ilk bölümünde, bir adım geriye giderek geçmişte insanların yaşlanma ve ölüm hakkında neler düşündüklerine yer veriyor. Günahkârlık hep ön planda olan bir düşünceydi ve bunama ise bunun cezasıydı. Öte yandan kurtuluş yolunda dürüstçe ortaya konan çabalar, uzun ve coşku dolu bir hayat sürdürmeyi sağlamanın yanı sıra bireye cennette de sağlam bir yer hazırlayabilirdi.
2. ve 3. Bölümler, ilk Alzheimer hastası olan August Deter'den başlayarak Alzheimer hastalığının başlangıcının öyküsünü anlatıyor. Sessiz geçen onlarca yılın ardından Alzheimer'in sonunda dünya çapında bir tehlike olarak kabul edildiği 1970'li yıllara kadar geliniyor. 5. Bölüm'de büyük olasılıkla Abraham Trembley ile ilk kez tanışacaksınız. Trembley, "ölümsüz" hidrası ile herkesin dikkatini üzerine çekmiş dahi bir bilim insanıydı ve yaşlanmanın biyolojisiyle ilgili çalışmaları başlatan kişiydi. Daha sonra 6. Bölüm'de son 175 yıl içinde insanların yaşam beklentisindeki şaşırtıcı artış olgusuna ve James Fries'in, "morbidite sıkışması" kuramına yakından göz atacağız.
TÜBİTAK Yayınları tel: 0312 298 96 51
***
Her aydın kendi toplumuna borçlu
Toplumsal duyarlılığa sahip aydınlar her dönemde kendi toplumlarının karanlığa sürüklenmesinin önüne geçmek için çaba harcadılar. Prof. Dr. Levent Seçer'in "Karanlık Her Yeri Kaplamasın" kitabı da böyle bir çabanın ürünü: Karanlık Her Yeri Kaplamasın diye haykırmanın, bağırmanın bile yetmeyeceğini bilmek ne acı. Uygar ülkelerde hala halkın demokrasiye inancı var, ama bugün kendi ülkesinde halkın tümünün sesinin yansıtılmadığı bir parlamento gerçeği ve bu sistemin dışında baskın bir idarenin sadece bir kişide söz hakkının olduğu otoriter bir sistem anlayışının yansıtılmasını istemek, sanırım kitabımızın özünde haklılığımızı ortaya çıkarmaktadır. Karanlıkların en büyük düşmanı çağdaş düşüncedir, karanlık her zaman akıl ve bilimden korkmuştur, ama toplumu kendi dünyasına çekmesini her defasında becermiştir. Oysa bugün çağdaş düşünceyi savunan anlayış, karanlıkların kötülüklerinden bir türlü kurulamamıştır. Toplumun cahil kalarak, gerçekleri görmesini ve kendilerini sorgulamasını istemeyenlerin yaptıkları en büyük tehlike bu aslında. Ülkesini seven biri ya da birileri, halkının karanlıklarda kalmasını, yok olmasını istemez.
Ama bugüne baktığımızda ne yazık ki bunun aksini görmek mümkün.
Payda Yayıncılık Tel:(0312 435 98 43
***
Halk için yazmak
Yıllardır tartışılan ama cevabı konusunda mutabakat sağlanamayan, "Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?" sorusu Alişan Birlik'in yeni romanıyla yine gündemde. Edebiyatımıza kazandırdığı değerli romanlarıyla "Toplumcu Yazar" unvanını haklı şekilde elde eden Alişan Birlik yine çok konuşulacak bir çalışmaya imza attı. Birlik'in hacim olarak küçük, ancak muhteva olarak çok derin ve kapsamlı yeni romanı "Kötü" okurla buluştu. Başlık Yayınları'ndan çıkan roman konusu itibarıyla hiç bir okurun yabancısı olmadığı olaylar zincirinden oluşuyor. Böyle olunca da Alişan Birlik'in kahramanları hayatın içinden ve sahici olan romanları bir solukta okunup tadına doyulmuyor. Edebiyatın "toplumcu" alanının yıllarca ihmal edildiğini savunan Alişan birlik kendisinin bu bakir ve zengin alanda eserler vermeye çalıştığını söylüyor. Edebiyatçının temel görevlerinden birinin de yazdığı toplumun değerlerini eserlerine taşıyıp onların bireysel sorunlarına toplumsal yaklaşımlar getirmek olduğunu belirten Birlik, kendisinin bu amaçla eser verme gayretinde olduğunu vurguluyor.
Başlık Yayınları Tel:(0532) 246 25 39
***
Milli devlet uğruna
Soğuk Savaş'ın böldüğü iki dünya tarihi açısından olduğu kadar, Türk siyâsî tarihi açısından nadir isimlerden biri, hiç şüphesiz Azerbaycan'ı bağımsızlığa götüren Ebülfez Elçi Bey'dir. Onun, Sovyet sisteminin yıkılmasında öne geçen birkaç isimden biri olmasına rağmen, kısa süren iktidarını kaybetmesi, Doğu Türklüğünün uyandırılmasında bir rehber olması yanında, en önemlisi ABD ve Rusya başta olmak üzere tüm emperyalistlere karşı bağımsızlıkçı, milli bir politikayı kendine ilke edinmiş olmasıdır. Ebülfez Elçi Bey, rastgele olayların ortaya çıkardığı bir efsane değil, soğuk ve katı gerçekliğe karşı dişe diş bir mücadele ederek, bedelinin neye malolacağını, tarih, kültür ve millet şuuruyla, her şeyi yeniden inşaa etmeye çabalayan bir mimardı. Araştırmacıyazar Akil Samedbeyli, "Direnişten Bağımsızlığa Elçi Bey" adlı kitabında Azerbaycan'ın bağımsızlık öncesi ve sonrasına ışık tutarken özellikle Türk kamuoyunun bugüne kadar hemen hemen hiç bilmediği veya öyle olduğunu zannettiği pek çok gerçeği ilk defa gün yüzüne çıkarıyor.
Doğu Kütüphanesi Tel:(0212) 520 27 19
***
HAFTANIN KİTABI:
Avrupa'nınTürkiye'ye bakışı hep aynı kaldı
Osmanlı Devleti'nde 20 yıla yakın bir süre diplomatik görevlerde bulunan Fransız sefirlerinden Eduard Philippe Engelhardt, Sultan İkinci Mahmud'un saltanatının sonlarından 1882'ye kadar gerçekleşen mühim olaylar ve "Tanzîmat" hakkında derinliğine tedkîklerde bulunmuş, bir çok vesîkalar toplamış, nihayet tedkîklerinin netîcelerini Türkiye ve Tanzîmat -Devlet-i Osmaniye'nin Târih-i Islahatı 1826'dan 1882'ye- kitabı ile neşretmiştir. Geçmişte Ali Reşad'ın tercüme ettiği eser, Erol Kılınç tarafından günümüzün Türkçesine uyarlanarak yeniden yayınlandı. Ötüken Neşriyat'ın yayınladığı "Türkiye ve Tanzîmat" kitabını okuyup bugünle mukayese ettiğinizde, Avrupa'nın hâlâ bizim iç mes'elelerimize, "onlar medenî biz barbar imişiz gibi" bakmaya ve müdâhale etmeye devam ettiğini ve tarihî mes'elelerimizi kendi hür fikrimizle, araştırarak ve yorumlayarak ele almanın ne kadar zarurî bir ihtiyaç olduğunu hissedeceksiniz.
Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50
***
KÜTÜPHANEMDEN:
Kültür emperyalizmine karşı milli kültür savaşı
Hemen her dönem tartışılan ve gündemde olan ancak tesirlerinden bir türlü kurtulamadığımız "kültür emperyalizmi" konusu değerli ilim adamlarımızın da uğraş alanlarından birisi olmuştur. Bu değerli ilim insanlarımızdan merhum Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven, "Türk Milletinin Manevi Değerleri" adını verdiği eserinde bu konuyu ele alıyor. 1984 yılında ilk baskısı Orkun Yayınevi tarafından yapılan kitabın önsözünde Prof. Dr. Bilgiseven şu önemli tespiti yapıyor:
"Batı'nın ilimde ve teknikte ilerlemeye başladığı devre bizim bu hususlardaki üstünlüğümüzü kaybetmekle kalmayıp, manevi değerlerimizden koptuğumuz devredir. Maddi kültürün Batı'da göz kamaştırıcı ilerlemesi, bundan ötürü, bizi kendimizden soğutan bir kültür emperyalizminin vasıtası olmuştur. Böylece, kendi manevi kültürümüzden kopmanın sebep olduğu bir kültürel sarsıntıya uğramışızdır. Bu sarsıntıda kendi manevi değerlerimizin ve bu arada gerek İslamiyetten, gerek İslam öncesi Türklük aleminden beri (İslam'a ne kadar uygun olduğunu bilmeden) sahip olduğumuz, fakat kaybetmeye başladığımız birlik ve bütünlükçü tutumun değerini idrak edemez hale geldik. Çünkü, Batı'nın maddi kültürü süslü bir ambalaj içinde bize sunuluyordu. Bu süslü ambalaja zihnimiz o kadar takılıp kaldı ki, o ambalajın içindeki özü yani Batı'nın maddi kültürüne can veren mananın kendi öz değerlerimize nazaran ne kadar ruhsuz olduğunu farkedemedik."
Merak edenler için haber veriyim; Amiran Kurtkan Bilgiseven'in bu değerli eserinin yeni baskısı 2005 yılında Atatürk Kültür Merkezi Yayınları tarafından yapıldığı için kitapçılarda ve internetteki kitap satış sitelerinden kolaylıkla temin etmek mümkün.