2000’li yılların en kritik seçimi
Kamuoyu araştırma firmalarının yayınlanan ve ‘doğruluğu tartışmalı’ anketlerine baktığımızda partileri şu alt ve üst limitler arasında sıraladıklarını görüyoruz: AKP: 40-45, CHP: 24-27, MHP: 15-18, HDP: 9-11, SP: 3-5...
Sahaya ilk çıktığında ‘400 milletvekili’ siparişi veren Cumhurbaşkanı Erdoğan şimdi bu söylemden uzaklaşmış, güvenoyu için yeterli 276’nın üzerine tav vaziyette... 2002 seçimlerinde MHP, DYP ve ANAP’ın baraj altı kalması sayesinde yüzde 34’le yakalanan tek başına iktidar bu seçimde yüzde 40’la bile yakalanamayabilir...
AKP açısından, CHP ve MHP’nin alacağı oydan ziyade iki nokta çok önemli... Birincisi HDP’nin barajı aşıp aşmaması... İkincisi ise seçime katılım oranı... İktidar partisi ilk defa seçime katılım oranının nispeten düşük olması durumunda en çok zararı kendisinin göreceğini kestiriyor... Çünkü kamuoyu yoklamalarında sandığa gitme konusundaki ‘gönülsüzler’incelendiğinde, bir önceki seçimde AaKP’ye oy verenlerin çoğunluğu oluşturduğu görülüyor... Bu hem partinin daha az oy alması demek, hem de toplam oy sayısını düşüreceğinden HDP’nin aşabilmesi gereken çıtanın aşağıya düşmesi ve işinin kolaylaşması demek...
Yaklaşık 3 milyon seçmenden oluşan yurt dışı oyları bir veri aslında... 30 Mayıs’a kadar oy kullanılabilecek elbette... Öyle de olsa katılımın beklentilerin çok altında seyretmesi, daha önce Türkiye ortalamasının neredeyse 10 puan üzerinde seyreden iktidar partisi açısından ürkütücü bir durum...
Oy depolarından birisi gevşemiş hâlde ve bunu Türkiye genelindeki gönülsüzlüğü test için bir yoklama gibi görmek mümkün... Zaten son zamanlarda ‘dindar’ Kürt seçmenin HDP’ye kaymasını önlemek ve gerginliği yükselterek, koalisyon korkusu salarak gevşek seçmeni sandık için motive etmek gibi öncelikler, propagandanın merkezine alındı...
Erdoğan’ın bir siyasî parti lideriymişçesine Doğu’da ilden ile koşturup, elindeki Kürtçe Kur’an mealini kürsülerden sallayıp durması, diğer tarafta yandaş kanalların, naftalin kokan filmlerden, meselâ tüp ve gaz kuyruklu Kemal Sunal’lı filmlerden parçalar göstererek, eski-yeni mukayesesinden fayda umması bu ihtiyaçtan kaynaklanıyor...
Kendileri bunu ‘rehavet’le açıklamaya çalışsalar da tek sıkıntı bu değil... Parayla imtihanın iyi verilememiş olması, fikir namusunu koruyan bazı destekçi kesimlerde, cemaatli-cemaatsiz vatandaşlarda tepki biriktirdi... Üstelik adı yolsuzluklara karışanların ciddi şekilde korunmaya alınarak yargıdan muaf tutulması, lüks ve şatafatın artık savunulabilir ‘parti ideolojisi’ne dönüştürülerek bunun ‘itibar ölçüsü’ olduğunun vurgulanması elbette kısmî de olsa reaksiyona yol açacaktı...
Ülkede başarıyla meydana getirilen kamplaştırma ve siyasî rakibi düşmanlaştırma stratejisi dolayısıyla, gönülsüz seçmen kitlesinin muhalefet partilerinde bir anda yığılması da çok mümkün görülmüyor... Bunlar en fazla sandığa gitmemekle kendilerini gösterebilirler...
Çok büyük bir orandan söz etmiyoruz tabii ki... Ancak iki-üç puanın ülkenin yeni yönetimi için ne kritik bir oran olduğunu düşündüğümüzde bu sayının önemi fazlasıyla artıyor... Partisinden soğuma eğilimi gösterenler neden muhalefet partilerine doğru ‘beklenen oranda’ dağılmıyor, bu başlı başına bir mesele... İktidar, seçime sayılı günler kala, bu gevşek ve gönülsüz seçmen kitlesini tekrar sandığa hangi yöntemle taşımaya çalışacak, göreceğiz...
Seçimlerdeki düşüş, şimdiye kadar kadrolarını bir arada tutma kimyası ‘seçim başarısı’ olan iktidarı ‘sorunlar zinciri’ne sürükleyebilecek, halının altına süpürülen ve menfaat birlikteliğiyle örtülen ne varsa patlamasına yol açabilecektir...
Sonu ‘siyasî helâk’a varabilecek kritik bir aşamadayız... Baskı, korku, endişe yayarak, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı klasiğine aykırı biçimde kürsü kürsü gerginlik tırmandırarak giriştiği bu mücadele, seçimi ‘rutin’ olmaktan çoktan çıkardı... Kabul edelim ki bu, onlar için varlık-yokluk mücadelesi ve kendileri açısından doğruyu yapıyorlar!..