2. Süleymaniye Vakıası'nda açığa çıkan acı gerçek
BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Irak’ın kuzeyindeki Kandil dağında gitar çalan çocuklara, ‘sınır ötesi operasyon’ için BOP Başkanı George W. Bush’tan ‘icazet’ beklediği günlerde, Türkiye ‘İkinci Süleymaniye Vakıası’ ile sarsıldı.
Türkiye’ye karşı ‘sınır ötesi’ harekata girişen 200 kişilik terörist grup, kilometrelerce içerideki Dağlıca’da konuşlanmış olan bir askeri birliğe saldırdı.
12 askeri şehit edip, 16 askeri yaralayan teröristler, 8 askeri de yanlarına alıp gittiler.
Bush-Erdoğan zirvesine bir gün kala, Irak’ın kuzeyine geçen DTP’li Aysel Tuğluk, Fatma Kurtulan ve Osman Özçelik, çapulcubaşı Barzani’nin adamları ile birlikte, ‘Apo posterleri’ ve ‘örgüt paçavraları’ önünde bir ‘protokol’ imzalayarak, teslim aldıkları askerleri Erbil’e götürüp, daha önce Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçiren Amerikalı iblis David Petreus’a teslim ettiler.
* * *
Van’da sorguya çekilen 8 asker, tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Kamuoyunun, tamamen muhtemel bir sınır ötesi operasyon beklentisine kilitlendiği bir dönemde meydana gelen bu moralleri altüst eden ‘onur kırıcı’ hadise ile ilgili, ‘fısıltısı gazetesi’ aracılığıyla birçok iddia ortaya atıldı.
İddiaların en çarpıcı olanı şuydu:
“Askerlerden 5’i DTP Gençlik Kolları üyesiydi. Teröristlere kendiliklerinden teslim oldular. Çatışmada silahlarını kullanmadılar. Teröristler ile Kürtçe konuşup arkadaşlarına ‘Teslim ol’ çağrısı yaptılar.”
İddiaya, yetkili ağızlardan net bir cevap gelmedi.
Ancak, askeri savcılık tarafından hazırlanan 19 sayfalık iddianame, iddianın hiç de ‘komplo teorisi’ olmadığını ortaya koydu.
* * *
Hakkında 6 ayrı suçtan ömür boyu hapis cezası istenen er Ramazan Yüce’nin daha önce “Terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak” suçundan tam iki kez yargılandığı ortaya çıktı.
2002 yılında, Mersin’de ‘2 polisin şehit olduğu, 2 kişinin öldüğü, 50’si polis, yaklaşık 100 kişinin de yaralandığı’ Nevruz kutlamalarının ardından tutuklanan ve Adana 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Yüce, ‘yaşının 18’den küçük olması’ ve ‘delil yetersizliğinden’ beraat etti.
Yine, Mersin Asliye Ceza Mahkemesi’nde de ‘taş atarak güvenlik görevlilerini yaralamak, resmi araç ve işyerlerini hasara uğratmak, izinsiz gösteri yapmak, görevli memurlara mukavemet’ suçlarından yargılananan Yüce, ‘yaşının küçük olması’ nedeniyle ceza almaktan kurtuldu.
* * *
Dağlıca’daki hain saldırıda şehit düşen Piyade Uzman Çavuş Selçuk Gürdal’ın kardeşi Celalettin Gürdal ise, Cumhuriyet Savcılığına başvurarak, 8 asker hakkında suç duyurusunda bulundu.
Gürdal, tanıklara dayanan şu iddiayı ortaya attı:
- “Kardeşim, 8 askere, ‘Teröristlere teslim olmam. Siz neden teslim oluyorsunuz, vatan haini misiniz’ diyor. Kardeşim, bunlarla tartışırken bacağından yaralanıyor. Daha sonra teröristler mevziye gelip, bunları teslim almak istiyor. Kardeşime ‘Sen de geliyorsun’ diyorlar. Kardeşim tüfeğine davranınca, şehit ediyorlar. Kardeşime ilk kurşunun asker arkadaşı tarafından atıldığını düşünüyorum.”
Ardından şu tespiti yaptı:
- “Eğer o askerler teslim olmasaydı, bu kadar şehit verilmeyecekti.”
* * *
Askerlerin Türkiye’ye getirilmesinin ardından, her Türk evladındaki genel kanaat şuydu:
“Üzerinde şerefli Türk askeri üniformasını taşıyan bu kişilerden utanç duyuyoruz.”
Olaydan sonra bir açıklama yapan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise şu ifadeleri kullanıyordu:
- “TSK’nın hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. Teröristlerle birlikte gitmelerini içime sindiremedim. Kurtulmuş olmalarından dolayı sevinç duymadım.”
O güne kadar Şahin’i yere göğe sığdıramayan bazı işbirlikçiler, bu ifadeleri fırsat bilip kendisine yapmadıkları hakareti bırakmadılar.
Ancak, zaman Şemdinli’de olduğu gibi, Dağlıca’da yaşanan rezaletin perde arkasını da bütün ayrıntıları ile açığa çıkarmaya başladı.
* * *
Kamuoyu, halen şu sorunun cevabını arıyor:
Daha önce terör eylemlerine katılıp yargılanmış olan bir kişi, nasıl oldu da termal kamera ve telsiz cihazının başına oturtulabildi?
Biz de sorumuzu bir kez daha tekrarlıyoruz:
İkinci Süleymaniye Vakıası’nın hesabını kim verecek?