Zarrab davası Erdoğan'a uzanır mı?

Türkiye'de gündem yeniden yolsuzluk ve rüşvet tartışmaları...

17-25 Aralık süreci şimdilerde "komplo", "operasyon" gibi değerlendirilse de o günlerde 4 bakanın istifasıyla sonuçlanmıştı. 30 Mart 2014 seçimlerine gidilirken, iktidar partisi dışındaki tüm siyasilerin gündemi yayınlanan kasetler, görüntüler ve ayakkabı kutularıydı.

AKP yüzde 45.6 oy oranıyla birinci parti olmuştu. Yolsuzluk ve rüşvet tartışmalarının seçmen nezdinde çok da karşılığı olmadığı anlaşılıyordu.

Sandık zaferinin bir diğer anlamı da 17-25 Aralık sürecinin sonlandırılmasıydı. Davalar yavaş yavaş kapatıldı, görevden alınan bakanlar seçim otobüslerine çağrılarak vatandaşla barıştırıldı.

Davaların bir diğer kritik ismi olan Reza Zarrab da artık bir AKP üyesi gibi konumlandırıldı. Partinin organizasyonlarına çağrılıyor, en tepe tarafından "hayırsever bir iş adamı" olarak aklanıyor, adına belgeseller hazırlanarak meşrulaştırılıyordu.

Sandık zaferi ile yolsuzluk ve rüşvetin üzerine gidilmemesi AKP'yi büyük bir hataya sürükledi. Olay sadece FETÖ bağlamında değerlendirildi. Rüşvetin, yolsuzluğun üzerine gidilmedi, adalet mekanizması işletilemedi.

FETÖ ile alakası olmayan milyonlarca seçmen nezdinde ne o bakanlar ne de Zarrab aklanmıştı. Tartışmalı isimlere sahip çıkılması, AKP karşıtı seçmende ciddi bir tepkiyi de beraberinde getiriyordu. Hatta parti içinde dahi bu duruma tepki gösteren çok sayıda vekil vardı.

***

Tam bu olaylar unutuluyor derken, Zarrab'ın ABD'de tutuklanması yeni bir süreci başlattı.

Bu sefer işler çok farklı. Çünkü davanın görüldüğü yer Türkiye değil, ancak yargılanan Halkbank üzerinden Türkiye... ABD'deki dava Türkiye'nin imajına büyük zarar veriyor, "Sizin bakanlarınız rüşvet alıyor, kendi vatandaşınız, size yakın isim iş adamı itiraf etti" deniliyor.

Dava ile ilgili neler olduğunu doğru okumak zorundayız.

ABD'nin ekonomik ve askeri gücü, dünyayı istediği gibi yönlendirmesine olanak sağlıyor. Bu olanak ABD açısından "başarı" olarak görülse de birçok ülke bu sistemde mağdur oluyor.

İran'a ambargo uygulanması da keza aynı şekilde... ABD, Orta Doğu'da İran'ı istemiyor, bunun için de "Eğer küresel ekonominin başı bensem, herkes benim dediğim kurallara uyacak, uymayanlar da cezasını ödeyecek" diyor.

Savcılık makamı, İran'a uygulanan ambargonun delinmesi için Türkiye'de Zarrab, bakanlar, Halkbank gibi bir üçgenin çalıştığını ve bunların ABD bankacılık sistemini tehdit ettiğini öne sürüyor.

Tam da bu noktada önemli bir soruyu gündeme getirmemiz gerekiyor; "Madem bu süreç İran'ın lehine, neden Zarrab'ın ortağı Zencani idam cezasına çarptırıldı?"

Cevabı basit; "Zencani İran ile ambargoyu delmek için anlaşırken, buradaki para transferlerinden kendine milyarlarca dolarlık haksız kazanç sağlıyor. O yüzden İran tarafından cezalandırıldı."

Hükümete yakın bazı yazarlar ise davayı "ABD, İran'a ambargo koyuyor bu insani değil, Zarrab bunu delmek için çalıştı" şeklinde aklıyor. Ancak doğru konuşmuyorlar.

Zencani'deki durum neyse Zarrab için de aynı durum geçerli. Zarrab sadece ambargoyu delmekle kalmıyor, kendisine milyarlarca dolarlık haksız kazanç elde ediyor, rüşvet dağıtıyor, kara para aklıyor. Türkiye'yi ilgilendiren kısım tam da burası.

ABD, olayı tamamen kendi çıkarları açısından değerlendiriyor. "Benim bankacılık sistemime göre suç işliyorsunuz. Bu konuya ilişkin daha önce uyarılmış olmanıza rağmen illegal para akışını sürdürdünüz" diyor.

***

ABD'deki bu mahkeme sonunda Halkbank'ın ceza alacağı netleşmeye başladı.

Halkbank'a kesilecek ve milyar dolarla ifade edilen ceza ise vatandaşın sırtına büyük bir yük olarak binebilir.

Bu davanın nereye gideceği, nereye savrulacağı az-çok belli olmuş durumda.

Şimdi konunun Erdoğan'a uzanıp uzanmayacağı konuşuluyor.

Süreçte Erdoğan'ın uluslararası itibarı zedelenebilir belki ama yurt içinde, özellikle de seçmen nezdinde herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Davanın Erdoğan'a uzanması da imkansız gözüküyor. İddianame Halkbank, bakanlar ve Zarrab üzerine kurulmuş. En kötü ihtimalle Erdoğan 4 bakanı yeniden yargılar sorun çözülür.

Son gelen açıklamalar da gösteriyor ki AKP, bu süreci tıpkı Gezi'de, referandumda ve seçim öncesi propagandasında yaptığı gibi değerlendirecek. İddia makamı ABD alt tonda hedef alınırken, diplomatik ilişkiler aynen sürdürülecek.

İçeride bu durumu gündeme getirenler, eleştirenler, yolsuzluk ve rüşvet imasında bulunanlar ise; "FETÖ iş birlikçileri, hainler, Batı yanlıları, ABD sevdalıları, Türkiye karşıtları, şer cephesi" olarak yorumlanacak.

Ama eğer olur da bir tazminat cezası çıkar ve bu vatandaşın cebine yansırsa işte o zaman işler değişir.

Yazarın Diğer Yazıları