Yok oluşun zirveleri mi!
Merkez Bankası özetle şöyle diyor: "Enflasyon hedefleri; Merkez Bankası tarafından Türk Hükûmeti ile birlikte, 3'er yıllık dönemler hâlinde belirlenir. Enflasyon hedefi olarak, tüketici fiyat endeksinin sene sonundaki yıllık değişim oranı kullanılır.
Enflasyon hedefinin 2 puan üstü ve altı, belirsizlik aralığı olarak belirlenmiştir. Yıl sonu enflasyonunun belirsizlik aralığı dışında olması durumunda; Merkez Bankası hesap verme yükümlülüğü nedeniyle, Hükûmete açık bir mektup yazar.
Enflasyon hedeflemesi rejimi hükûmetle birlikte nokta hedef olarak belirlenir.
Ülkemizde 2002 yılı itibarıyla, Merkez Bankası ve Hükûmet tarafından hedeflenen (H) ve reelde gerçekleşmiş (G) enflasyon oranları aşağıdaki tabloda listelenmiştir:
2002'de (H) 35/ (G) 29,7 - 2003'de 20/18,4 - 2004'de 12/ 9,3 - 2005'de 8/7,7- 2006'da 5/ 9,7- 2007'de 4/ 8,4- 2008'de 4/10,1- 2009'da 7,5/ 6,5 - 2010'da 6,5/ 6,4 - 2011'de 5,5/10,4 - 2012'de 5/ 6,2 - 2013 5/ 6,4 - 2014 5/ 8,2 - 2015'de 5/ 8,8 - 2016'da 5/ 8,5 - 2017'de 5/11,92 olmuş. (Kaynak: TMB Merkez Bankası İdare Merkezi)"
2018'de 5/TÜFE: % 24,52 - ÜFE: % 46,15 - Ortalama 35,33. (Kaynak: TÜİK.) Yıl sonuna doğru bu oranın artacağı beklenmektedir.
Tabloda görüldüğü gibi 2002-2005 döneminde gerçekleşen enflasyon beklenenin altında kalmıştır. 2006-2018 döneminde ise gerçekleşen enflasyon beklenenin hep üstünde seyretmiş, hatta 2017'de iki mislini, 2018'de TÜFE'ye göre 5, ÜFE'ye göre 9, ortalamaya göre 7 mislini aşmıştır. Başka bir ifade ile 16 yılın ilk 5 yılında (IMF ve Derviş programları dönemi) ekonominin toparlandığı, son 11 yılında (AKP programı dönemi) ekonominin rayından çıktığı görülüyor. Bu dönemde yerli kaynaklar giderek devre dışı bırakılarak, ham madde ve yarı mamul maddelerin ithalatına dayanan bir ekonomi siyasetinde ısrar edilmiştir. Bu siyasetin kaçınılmaz sonucu, her yıl artan cari açık, büyük boyutlarda borçlanma ve kaynakların üretime değil de önceliği olmayan alanlara, israfa, gösterişe, vurguna, ranta kaydırılarak makro dengeler alabildiğine bozulmuştur. 2007'den itibaren istatistiklerin alarm zillerine, nedense kulaklar tıkandı, fırlayan enflasyon ve faizler ülke servetini küçülttü, kapanan iş yerleri ve işsizlik, kabul edilmese de ekonomiyi krize sürükledi.
Gerçekler görülmedi, çare olarak da inkârcılık, borcu borçla ödemek üzere siyasi tavizlere dayanan borç bulma arayışları ve pansuman tedavileriyle zaman kazanma yolu seçildi. Hâlâ gerçek üretime yönelik tasarruf ve planlamanın yapılmadığı görülüyor. Demek ki, krizi doğuran sebepler, krizden çıkışın ilacı gibi görülüyor. Uzmanlar yüksek sesle, gelecek ayların bugünlere rahmet okutacağını anlatmaya çalışıyor; ama aldıran yok.
Özetleyerek söylersek, yapısal karakterli olan ekonomik kriz zirve yapmıştır.
Övünülen sağlık hizmetleri nerede?
Sağlık hizmetleri çöktü. Her şeyden önce araştırma, uygulama, eğitim ve öğretim kurumu Üniversite hastaneleri çalışmıyor. Bilim adamlarının sayısı iyice azaldı. Çarklar dönmüyor, rapor yazmak için bile kâğıdın bulunamadığı yazılıyor. Sağlık reformlarının marifeti ile öğretim üyeleri fakülte hastanelerini terk etti, muayenehanelere ve özel sağlık merkezlerine dağıldı. Muayene ücretleri çok yüksek, vatandaş zor durumda. Devlet hastaneleri panayır yeri gibi ayak ayak üstünde, kuyruklardan kliniklere girilemiyor, doktorlar şaşkınlık ve çaresizlik içinde. Özellikle eczanelerde, ölümcül hastalıkların tedavisinde kullanılan ithal ilaçlar bulunamıyor.
Üstüne üstlük bir de "Şehir Hastaneleri" macerası var. İngiltere başta olmak üzere deneyen ülkelerin vazgeçtiği hasta garantili, milletin geleceğini ipotek altına alan, bir curcuna ile sağlık hizmeti nasıl yapılacak bilen yok.
Çok acı, ama feryatlar yürekleri yakıyor. Sağlıkta kriz zirve yaptı.
Eğitim öğretim hizmetleri
Tartışmak bile mümkün değil, eğitim öğretim kurumları tükenişe gidiyor. Bunun en kesin delilleri dünya sıralamasında en diplerde olmamızdır. Ülkemizde yapılan sınavlarda da bu acı gerçeği görüyoruz. Devlet okullarında velilerden öylesine ücretler isteniyor ki, inanmak mümkün değil. 1990'larda yaklaşık 65.000 olduğu bildirilen atanamayan öğretmen sayısının bu yıl itibariyle 300.000'e yaklaştığı tahmin edilmektedir. Buna karşılık, MB'nin açıklamasına göre 2018 yılında toplam 142.186 öğretmen açığı var. Taşa-toprağa para buluyoruz da, en hayati konuda öğretmelere para bulamıyoruz. Hâlâ 70-80 öğrencili sınıflar var. Uyuşturucu ve sigara gibi zararlı alışkanlığı, ahlakî bozulma yayılıyor. İmam-Hatiplerde bile ateizm, deizm, dine karşı ilgisizlik, bilgisizlik ve özel cemaat yurtlarında taciz olayları öylesine yayılıyor ki, akıl alır gibi değil. Geçmişle de asla kıyaslanmaz. Her türlü kötülük adeta zirve yapmış.
Zirve yapan bu tür çürümeler saymakla bitmez. Dolup boşalan cezaevlerinde, işlenen cinayetlerde, aile facialarında, yıkılan yuvalarda, intiharlarda, vurgunda, soygunda, yalan dolanda, kadına çocuğa vaki saldırılarda, hasılı bir milleti ve devleti yıkacak çöküşte zirve yapmaya devam ediyoruz.
Soru: Acaba bütün bu zirveler tesadüf eseri midir? Tesadüfse bu mümkün mü? Mümkün diyenler, lütfen izah etsinler. Ama bilinen bir gerçek var ki o da, engel olma yerine eğer seyredilirse, böylesine zirvelerin sonu yok oluş değilse nedir?