Yandaşlığınıza yanmadan...

Sevgili yandaş meslektaşlarım ve vatandaşlarım. Sizler için artık yolun sonu geldi. Kiminizin tünelin ucunda gördüğünü sandığı aydınlık gün ışığı değil, aksine üzerinize hızla gelen trenin habercisi.

Görmek istemeseniz de sanırım hissediyorsunuz! Yeni Türkiye'niz her alanda yenilgi üstüne yenilgi alırken zafere yürümüyor, bataklığa gömülüyor! Gözünüzdeki biat gözlüğünü bir kez çıkarıp bakın, nereye gidiyor ve memleketi nereye sürüklüyorsunuz?

Arap Baharı'ndan dem vurdunuz, Arapların yaşadığı tüm sorunları Türkiye'ye taşıdınız. Akdeniz kıyılarında meltem gibi esemediniz ama dışarıda esen tüm felaket fırtınalarını kendi vatanınıza yönlendirdiniz. Bölgeye barış tohumu serpemediniz fakat ülkemizde açan çiçekleri soldurdunuz!

Türk dünyasını zaten yalnızlaştırdınız lakin İslam alemini de önce cesaretlendirip sonra yüzüstü bırakarak perişan ettiniz. Üstelik oralarda öyle vahim yanlışlara imza attınız ki onlarca kez Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (UCM, Lahey) yargılanacak deliller verdiniz. Keşke Yüce Divan'a rıza gösterseydiniz...

Şimdi sizi kukla gibi oynatacak ne çok devlet var. Taviz koparmak için sıraya girdiler. Suriye ve Irak petrollerini kaçak yollardan İsrail'e taşımak türünden öyle basit davalar da değil, terör örgütlerini desteklemek, eğitmek, hatta kimyasal silahlar sağlamaktan Türkiye'nin başını belaya sokacaksınız! Korkarım kim ne istese vermek zorundasınız...

Kürecik (Malatya), İncirlik yetmedi Diyarbakır'daki üsleri de ABD'ye verdiniz. Yanlış anlaşılmasın NATO'ya değil, ABD'ye... Putin ayar verdi, Esad'ı yeniden tanıdınız. Fransa'ya ve Almanya'ya da daha ne tavizler verirsiniz göreceğiz ancak şimdiden AB ve BM iç sorunlarımızın tarafı olmaya başladı...

Sakat politikalar nedeniyle yurdumuzda ağırladığımız 2,5 milyon Suriyeli mülteciyi Avrupa sınırlarına yönlendirmekten başka elinizde koz kalmadı! Gariplerin, zavallıların, muhacirlerin hayatları üzerinden siyaset, sizi kaç zaman taşır, nereye kadar götürür!

Memlekette huzur kalmadı. Tüm kesimler birbirine düşmanca bakmaya başladı. Yüzde 15-20 civarındaki kararsızların oylarını çekebilmek için devlet kurumları "ötekileştirme" mekanizması gibi kullanılıyor. Devletin en tepesinden yankılanan nefret dili, muhtarların ağzından dalga dalga yayılıyor. Öfkeyi kaynağına döndürenler ise öğrenci, çocuk, şehit ailesi demeden kim olursa olsun hapislere tıkılıyor.

Başkanın adamları bas bas bağırarak liderlerini korumak için beylik tabancalarını gösteriyor, olmadı kasaplığa soyunuyor, tırnak ve diş sökmeye kalkıyor. Aslında hukuk düzeninin işlemediğini "burada orman kanunları geçer, suçun cezasını devlet değil biz veririz" diyerek haykırıyorlar. Tetikçileri boş durur mu, onlar da ellerinde sopalar basın Hürriyet'ine bodoslama saldırıyor, (geçmiş olsun) Ahmet Hakan'ın kaburgalarını kırıyor...

Habercilere akreditasyon uygulayarak, Tivibu'da basını sansürleyerek, gazetecileri yazılarından dolayı terörle yargılayarak, davalara yayın yasağı koyarak, sosyal medyaya ulaşımı engelleyerek nereye kadar halkın haber alma hakkını engelleyebileceksiniz?

Halkı yıldırarak boyun eğmeye zorlayabilir, iş adamlarını vergi cezalarıyla korkutabilir, yazarları döverek susturabilir, okullara polis baskınlarıyla tedirginlik oluşturabilir, vakıfların derilerine el koyabilir, güvenlik bürokrasisini şantaj kasetleriyle tehdit edebilir, milletvekili satın alarak hükümetinizi bir vakit daha sürdürebilirsiniz ama nereye kadar?

Türk milletine vadettiğiniz bir umut kalmadı. Tam tersine kaosu göstererek ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Ancak ufuktaki hezimetin ayak sesleri işitilirken ve iktidar gemisi batarken fareleriniz kaçmaya başladı bile... Safra atarken kendiniz de milletin yükselmesini engelleyen birer safraya dönüştünüz... Yandaşlığınıza yanma vakti gelmeden kurtulabilir misiniz, sanmıyorum!

Yazarın Diğer Yazıları