Vakıf üniversitelerinde ezilenler
Vakıf üniversiteleri meselesine neşter vurmaya devam ediyoruz. Sadece eğitim-öğretim kalitesiyle değil aynı zamanda insan odaklı yönetim mekanizmaları, çalışanların ilmî hürriyet ve özlük haklarına da riayet eden, başa güreşen vakıf üniversitelerinden aşağı inildikçe, eğitimin yürütülmesi açısından büyük önem taşıyan müesseseleşme seviyesine bile sahip olmayan, bir sokak arasında 2-3 binadan oluşan, eğitim kurumundan ziyade “kaçak kesim yapılan” gayrisıhhî kesim evlerine benzeyen tabela üniversiteleri can sıkıcı.
Bütçelerini zorlayarak çocuklarını “birinci lig” dışındaki herhangi bir vakıf üniversitesine yollayan aileler eğer daha başlangıçta, mezun olan çocuklarını yerleştirecekleri aile şirketinde hazır pozisyon ve/veya bir yakın yanında torpil ayarlayamamışlarsa, parasız eğitim veren alelâde devlet üniversitelerinden yetişen “rakiplerine” nazaran hayata dezavantajlı başlıyorlar.
Bu tip vakıf üniversitelerine geçtiğimiz yıllar içinde bazı programlarına sadece 3-4 kişi kaydolmuştur. Bunlar da kısmen bursludur.
Düşünüyoruz: Bu kadar çok üniversite gerçekten gerekli mi?
Gecekonducu sistem, sosyal refah devletini aradan çıkarıp her işi özel sektöre devretmekle yarışan neo liberal politikalara bel bağlamanın, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde her derde deva bir anahtar görülemeyeceğini ispatlıyor.
Birinci sınıf olarak adlandırılan birkaç kurumun dışında kalan vakıf üniversitelerinde ister istemez düşen kâr marjları, söz konusu üniversitelerin yönetimlerini kemer sıkmaya itiyor. “Müşteri odaklı” temel yaklaşım olarak belirlediklerini öne süren ve öğretim üyesi açıklarını devlet üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerden kısmen kapatma şansına sahip bulunan vakıf üniversiteleri, problemi, bünyesinde barındırdığı zaten az sayıdaki öğretim üyesine daha fazla ders yükleyerek çözme yoluna gidiyor. Öncelikle vakıf üniversitelerinde bir öğretim üyesinin üstlenmesi gereken haftalık mecburî ders, devlet üniversitelerince belirlenen sayının çok üzerinde.
İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde çalışan bir Yrd. Doç. Dr.’nin çığlığını iki gün önce bu köşeye taşımıştım.
Devlet, yardımcı doçent ve doçentlere haftalık 10 saat mecburî ders yüklerken vakıf üniversitelerinde bu rakam haftada 15 saat civarında seyrediyor. Devlet kadrolarında çalışan profesörler haftada 5 saatten fazla girdikleri her saat için ek ders ücreti alırken, vakıf üniversitelerinde profesörler 10 saat ders yükünü götürmek zorunda kalıyorlar.
Vakıf üniversitelerinde ek derslerle ilgili takip edilen bir diğer politikaysa kendi bünyesinde ek ders yüklenen öğretim üyelerine, dışarıdan gelenlere nazaran daha düşük ücret ödemek... Aynı dersi vermesi için başka bir vakıf üniversitesi veya devlet üniversitesinde çalışan bir öğretim üyesine saat başı 80-125 TL. ücret ödeyen vakıf üniversiteleri, o dersi kendisine bağlı olarak çalışan bir akademisyen verdiğinde saat başı 60-70 TL. gibi çok daha düşük bir ödeme yapıyor. Böylelikle hem kendi personelinin, dışarıdan gelen personelden daha alt seviyede olduğunu zımnen kabullenmiş oluyor, hem de bünyesindeki akademik personeli sömürüyor. (Devam edeceğiz.)