Üniversite sanayi iş birliği kağıt üstünde kaldı
Türkiye son kırk yıldır, üniversite- sanayi iş birliğini konuşuyor. Bu konu Beş Yıllık Kalkınma Planlarında yer almıştır.
Söz gelimi, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-77) döneminde, teknoloji politikaları açısından üniversite-sanayi ilişkileri ile ilgili olarak “Üniversitelerde yaratılan bilimsel ve teknolojik bilgiyi sanayiye aktarmayı sağlayacak ve teknoloji transferi faaliyetlerini yürütecek kurumsal yapının olmaması ve ülkede üretim (süreç) teknolojileri geliştirecek alt yapının yetersiz olması” vurgulanmıştır. Daha sonraki beş yıllık planlarda da bu hususun önemine değinilmiştir. Ne var ki Ar-Ge konusunda bugün bile Türkiye Avrupa en son sırada yer almaktadır.
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan da önceki gün üniversite-sanayi iş birliğinin önemini ve dünyadaki örneklerini vurgulayan bir açıklama yaptı. Birçok üniversite de “üniversite-sanayi işbirliği” istiyor. Ancak hepsi havada kalıyor. Uygulamada yalnızca TÜPRAŞ, Arçelik gibi sınırlı bazı sanayi kuruluşları “Üniversite-Sanayi iş işbirliği” anlaşması yapmıştır.
Temel sorun olarak, üniversite sanayi iş birliğinin açık bir kanunu yoktur. Bugüne kadar çıkarılan kanunlarda siyasi iktidarlar tarafından söz konusu işbirliği adeta kıskanılmıştır.
Yüksek Öğrenim Kanunu 37. maddesi ‘Üniversitelerin uygulama alanına yardım’ başlığını taşıyor. Ve “Yüksek öğretim kurumları dışındaki kuruluş veya kişilerce, üniversite içinde veya hizmetin gerektirdiği yerde, üniversiteler ve bağlı birimlerden istenecek, bilimsel görüş proje, araştırma ve benzeri hizmetler... Üniversite yönetim kurulunca kabul edilecek esaslara bağlı olmak üzere yapılabilir. Bu hususta alınacak ücretler ilgili yüksek öğretim kurumunun veya buna bağlı birimin döner sermayesine gelir kaydedilir” diyor.
Devlet üniversitelerinde üniversite yönetim kurulu, rektör, dekanlar ve seçilmiş birkaç profesörden oluşuyor. Çoğu üniversitede üniversite yönetim kurulları bu izni vermiyor. İdeolojik anlayış ve farklı farklı yorumlar işin içine giriyor. Verse de araştırma yapacak, Ar-Ge’de çalışacak öğretim üyesinin eline çok az para geçiyor. Elde edilen gelir döner sermayede kalıyor.
Üniversitelerin araştırma merkezleri var. Ne yazık ki bunlar da kağıt üstünde kalıyor. Gerçekte ise üniversite araştırma merkezleri, üniversite ve sanayi arasında birçok alanda köprü vazifesi görebilirler.
Birkaç vakıf üniversitesi dışında vakıf üniversitelerinin esasen böyle bir misyonları yoktur. Onların hedefi daha çok öğrenci alarak, geliri artırmak ve buna karşılık maliyetleri düşürmektir. Bunun içindir ki asistan alımları sınırlıdır. Daha çok ders başı para vererek eğitim yapmayı seçmektedirler.
Tek çözüm, Ar-Ge ve inovasyon hizmetlerinin kamusal bir hizmet olarak düşünülmesi ve bu alanda çalışacak öğretim üyelerinin, üniversitede çalışıyor gibi kabul edilmesidir. Üniversite-sanayi iş birliği anlayışının temeli bu anlayışa göre atılmalıdır.
Üniversite öğretim üyelerinin özel sektörde yaptıkları araştırmalar ve yayınlar da, ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de, üniversitede yapılmış gibi kariyerleri için bir referans olmalıdır.
Üniversite sanayi iş birliğinin, otomatik olarak üç ayağı olmalıdır;
Devlet, üniversite ve sanayi sektörü.
TÜBİTAK’ın “Üniversite-Sanayi Ortak Araştırma Merkezleri Programı” (ÜSAMP) modeli de, Türkiye’nin değişik köşelerinde kurulacak merkezler aracılığıyla ülke sanayisini küresel anlamda rekabetçi kılacak hususların hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Maalesef bu projede kağıt üstünde kalıyor.