Ülkücülere haksızlık etmeyelim

Bir hukuk hocamızın gönderdiği e-posta üzerinden bilinen tartışmalara girdik. Hoca'nın itirazı ülkücülerin bir halk hareketi içinden çıktığına dair tezimize...

Belli çevrelerde dillendirilegelen geçmişte Ülkücülerin silâh kullanması... Sanki Ülkücüler silâhlı bir "devrim" başlattılar! Ne alâkası var! Okullar işgal ediliyor, sokaklardan geçilemiyor. (Sokak deyince... DTCF'den arkadaşım Mustafa Başoğlu'nun şehadeti... Mustafa çok çalışkandı. Akademik hayata geçecekti. Abidinpaşa semtinde bir arkadaşına ders çalışmaya gidiyor. Gece Cebeci'deki Site Yurdu'na dönerken yolu kesilmiş ve 13 kurşunla şehit edilmişti.)

Aşağıdaki korkunç hikâye, Ülkücülükle ilgisi olmayan bir kalemden... Yazının başlığı: "Solcu Katillere 'in' Ülkücülere 'out' Adalet mi?" başlıklı yazısından:

"25 Haziran 1980 günü MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı emekli binbaşı Ali Rıza Öztürk'ün kapısını kiralık evlerini gezmek isteyen biri kadın dört kişi çaldı. Öztürk'ün eşi Fahriye Öztürk, kiralık evi gezdirip, konuşmak ve yemek ikram etmek üzere dört kişiyi evine çağırdı. Yemekler yendi. Bu sırada çevreyi kuşatan kiracı rolündeki dört militan silahlarını çıkardı ve ateş açmaya başladı. Kurşunlarla Ali Rıza Altınok, eşi Fahriye Altınok'la birlikte 16 yaşındaki kızları Nilgün Altınok da can verdi.

Evin duvarına 'Faşist yuvalarını dağıttık' yazan Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği üyesi dört kişi kaçtı. İkisi kardeş olan katillerden kadın olanı 1981 yılında bir çatışmada yaralı olarak yakalandı. Kardeşi yargısız infaz olduğu için uzun süre kamuoyunda tartışılan çatışmada öldürüldü. MLSPB'li kadın militan 10 yıl sonra 1991 yılındaki şartlı tahliye yasasından faydalanarak serbest kaldı. Şiir kitabı yazdı, şiirlerinden şarkılar yapıldı. Ödüller aldı."

Bu trajediyi, irkilten bir fotoğrafla hatırlatan Yıldıray Oğur.(Şimdi Karar'da yazıyor.) Önce Taraf'ta okumuştum. Sonra yazıyı aradım, haksözhaber.net'te buldum. Yıldıray Oğur daha başka acı olayları da sıralıyor.

Solun propagandası öyle güçlü ki, bazı arkadaşların etkilendiklerine, "Acaba?" dediklerine bile şahit oluyorum.

Yunanistan örneği... Hani Türkiye'de Marxistler "millî demokratik devrim" falan diyor ya... Hiç alâkası yok. Mutlaka bir ağababaya ihtiyaç duyuyorlar ve o ağababa da hem kuzeyde, hem batıda, hem doğuda hemen sınırlarımızın ötesinde... Yani bizi üçte iki kuşatmış... Sovyetler'i ve uydularını kastediyorum. Halkımız kaygılanmasın da kim kaygılansın! Halkımıza elbette içlerinden çıkan ülkücüler öncülük ettiler.

Yunanistan'da İkinci Dünya Savaşı bitiminde komünistlerle iktidarı ele geçirmek istediler. Şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda komünistler yenildiler. Yenilenler aileleriyle birlikte nereye gittiler, biliyor muzunuz? Sovyetler'e! Sovyetler gemilere doldurdukları militanları ve ailelerini bizim Boğazlardan geçirerek kendi ülkelerine götürdüler. Oradan Orta Asya'ya ve çoklukla Özbekistan'a yerleştirdiler.

Türkiye'de kalkışma büyüseydi, kim müdahale edecekti? Düşünmek dahi istemiyorum.

Bana itiraz eden hocamızla temelde aynı fikirdeyiz. Türk gençlerini tuzaklara düşmemeleri için hepimiz uyarı/ikaz vazifemizi yapmalıyız.

Özbekistan'da Yunanlılar

Sovyetler zamanında, sürülen ne kadar insan varsa, bunlardan mutlaka birkaç numûne olsun Özbekistan'a da gönderilmiş... Özbekistan'a Yunanlıların da yerleştirildiğini daha önce yazmıştım. İkinci Dünya Savaşında, Naziler yenilip çekildikten sonra Yunanistan'da iç savaş çıkmış, komünistler bu savaşta yenilmiş ve bunların bir kısmı Rusya'ya gitmiş. Ruslar da onları Özbekistan'a yerleştirmişler. Yunanlıların derneği Beşyağaç (Beşağaç) semtindeki Millî Medeniyetler Merkezi'nde değildi. Ayrı bir binada faaliyet gösteriyorlardı. Millî Medeniyetler Merkezi'nden Yunanlıların dernek başkanının ev telefonunun numarasını aldım.

Özbekistan nere Yunanistan nere!.. Yunan başkana telefon edip adresi yazdım. Bir tercüman arkadaşımla Yusuf Has Hacib Caddesi, 30 numarada bulunan derneğe gittik. Dernek İçişleri Bakanlığı binasına yakın bir yerde, bu bakanlığın polikliniğinin yanında idi. Bir avlu içinde iki katlı binanın ilk katında müzik kursu için gelmiş gençler gülüşüp eğleniyorlardı. İkinci kata başkanın odasına çıktık.

Başkan Hristos Konstantinov bizi güler yüzle karşıladı. O zaman 78 yaşında idi. Komünistmiş ve lise 2. sınıf öğrencisiyken iç savaşa katılmış. Komünistler yenilince Rusya ile varılan antlaşma gereği, 1949'da, komünist Yunanlılar aileleriyle birlikte gemilere bindirilip Çanakkale, İstanbul Boğazlarından geçilerek Rusların Karadeniz kıyısındaki Poti limanına getirilmişler, buradan da Özbekistan'a götürülerek yerleştirilmişler. (Türkiye'den bu iç savaşa katılmış tek komünist Mihri Belli hatıralarında bu savaşı kendi açısından ayrıntılı anlatır.)

Özbekistan'a gelen insan sayısı 11 binmiş. 1980'li yıllarda dönüş yolu açılmış... Sayıları 45 bine ulaşmışken 1990'ların sonuna kadar 35 bini dönmüş. Kendi oğulları da Yunanistan'da imiş. Zaman zaman Yunanistan'a gidip gelirmiş.

Hristos Konstantinov'un masasının ardında duvarda bir portre asılıydı.

- Kim bu? dedim.

- Beloyannis. Grek Komünist Partisi Başkanı'ydı. 1952'de öldürüldü.

Hristos Konstantinov'a Yunanistan'a iki defa gittiğimi ve ikisinde de uzun röportajlar yapıp döndüğümü anlattım. Bir Türk'ün Yunanistan'a ilgi duyması, Özbekistan'da bile Yunanlıları bulup konuşması Hristos Konstantinov'un dikkatini çekmiş ve biraz da şaşırtmıştı.

Hristos Konstantinov, yerinden kalkıp bir dolabı açtı ve albüm ciltlerini çıkarıp önüme koydu.

Bu siyah-beyaz fotoğraflar Özbekistan'daki törenlerde çekilmişti. Yunanlılar kendi millî kıyafetleriyle erkek-kadın halk oyunlarını oynuyor, çeşitli gösteriler yapıyorlardı. Resimlerin çoğu 1960'lı yıllara aitti.

Hristos Konstantinov'a, İstanbul'a uğrarsa ağırlayacağımı söyledim.

Yazarın Diğer Yazıları