‘Türkçeleşmiş Türkçedir’
“Arûz sizin olsun, hece bizimdir, / Halkın söylediği Türkçe bizimdir, / Leyl sizin şeb sizin gece bizimdir / Değildir bir mânâ üç ada muhtaç.”
Ziya Gökalp söylemiştir. Yine bir şiiri:
“Uydurma söz yapmayız /yapma yoluna sapmayız / Türkçeleşmiş Türkçedir / Eski köke tapmayız.”
Ve Ziya Gökalp: “... [dilimizi] mânâ itibarıyla muâsırlaştırmak, ıslâh cihetiyle İslâmlaştırmak, sarf, nahiv, imlâ hususlarında Türkçeleştirmek lâzımdır.” demiştir.
Mustafa Kemal Atatürk de önce dili sadeleştirmek istemiş, sonra sadeleştireceğim derken güdükleştiğini görünce tekrar Ziya Gökalp’in görüşüne gelmiştir.
Güneş Dil Teorisi’nin esası da budur. Bütün diller Türkçeden çıktığına göre, her kelimenin karşılığını bulmanın bir manası yoktur! Türkçemizde yerli yerine oturmuş, halkın benimsediği bütün “yabancı” kelimeler kullanılmalıdır!
Sökülüp atılması mümkün olmayan “İmkân”a “olanak”; “ihtimal”e “olasılık” dersen, dili öldürürsün. Ve “mümkün”le, “muhtemel”i karıştırıp “olası” anlarsın!
Dil tartışmaları “Yeni Lisan” (Genç Kalemler, 11 Nisan 1911) manifestosundan beri bitmemiştir. “Yeni Lisan” manifestosu yayınlanma ihtiyacı duyulduğuna göre, tartışmayı daha eskiye götürmek gerekir. “Yeni Lisan” dönüm noktasıdır.
Hiçbir dil “saf” değildir. Nasıl saf olsun ki... En saf dil en iptidaî milletlerin dilidir.
Maalesef, birileri Türkçemizde“dil” ile “din” arasında bir bağ kurup millet dinden uzaklaşsın diye, olmadık yola sapmışlar; “dinî sapkınlık” ile, “dinî doğru anlama” arasındaki farkı -bilerek- ölçmemişlerdir.
Bana itiraz edilen mektupları vermiştim. M. K. Atatürk’ün dili sadeleştirmesinden ve bizzat kelime bulmasından bahsedilmişti.
İlim ilerledikçe, tıkanan Osmanlı âlimleri, hemen kolaya kaçmışlar ve çok iyi bildikleri Arapça ve Farsçadan terkipler alıvermişlerdir.
Mustafa Kemal, yerinde mi, değil mi, tartışılır ama bizzat kendisinin kelime “türetmesi” bir çabadır.
M. K. Atatürk, “açı, yandaş açılar, üçgen, ikizkenar üçgen, eşkenar üçgen, dörtgen, beşgen, teğet, yay, çember, artı, eksi, çarpı, bölü” gibi kelimeleri dilimize kazandırmıştır.
Önce M. K. Atatürk’ün şu sözlerine dikkat:
“Dil Bayramı’ndan ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu genel özeğinden, ulusal kurumlarından birçok kutun bitikler aldım, gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım.” (26 Eylül 1934).
Bu sözlerdeki bütün kelimeler Türkçedir. (Daha eskiye gidersek içinde Soğudça, Çince de vardır)
M. K. Atatürk, olmayacak şeyin peşinde koştuğunu çok çabuk fark ediyor ve diyor ki:
“Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat bunları Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’e (Emre) söyledim: Ketebe, yektübü Arabındır; kâtip, kitap, mektup Türk’ündür.”
Türkçe çılgınları, “Dili bir çıkmaza saplamışız!” (F. A. Atay, Çankaya) diyen M. K. Atatürk’ü iyi anlamalılar; İ. İnönü dönemini değil; hele B. Ecevit’i hiç değil!