Trafik canavarları sezon açıyor
Şimdi yazacağım konuyu sizlerle paylaşacağım için peşinen özür diliyorum. Yıllar yılı içimde yaradır. Tercüman Lisesi'nin öğrenime başladığı ilk sene idi. Her şey iyi gidiyordu. Bir gün yürek paralayan o haber geldi. Okulun servislerinden biri ölüme sebebiyet vermişti. Evine bırakılmakta olan bir kız öğrencinin paltosu, araç kapısına sıkışıyor ve olay ölümle sonuçlanıyor. Semt adı vermeyeceğim. O paltonun renginden söz etmeyeceğim. Ancak ailenin yaşadığı dramı anlatamam. Tabii Kemal Ilıcak ve okul yönetiminin durumunu da.
Maalesef yıllar içerisinde Türkiye'de böylesi acılar çok yaşandı. Devam da ediyor. Amerika'da eğitimde olan üz kız öğrenciyi trafik kazasında kaybetmemiz bu kazalardan biri. Bu faciaları "kader" deyip geçiştiremeyiz. Dikiz aynasına nazar boncuğu asmakla da halledemeyiz. Ancak, alınacak tedbirlerle de pek çoğunun önünü alabiliriz. En büyük potansiyel tehlikeyi bugün yaşayacağız. Okullar tam kapasiteyle açılıyor. Trafik canavarları yollarda. Böylesi ortamda öğrenci servislerinin denetimi gevşetilmemeli. Devletin kurumlarına önemli görevler düşmekte. Aileler ise her zamankinden daha dikkatli olmak zorunda.
Arabası sağlam, kendi arızalı şoförler kadar kurallara uyulması şart. Cumartesi günü yaşadığım bir olayı sizlere aktaracağım:
Karşıdan karşıya geçiyorum. Zaten zor yürüyorum. Benim tarafım boş. Ortada yolu ayıran plastik babalar var. Öbür şerittekiler kavşaktaki ışığın yeşile dönmesini bekliyor. Bunların arkasından sıyrılan bir araç, ters yola girdi, üstüme geliyor. Yani gelişten gidecek. Kazık gibi ortada durdum ve bağırdım; "Ne yapıyorsun?". Cevap verecek yerde "geç, geç" diye işaret ediyor. Sabitlenmiş vaziyette, parmağımla kullanması gereken şeridi işaret ettim. Bir süre olduğu yerde kaldı, sonra çıktığı yere girip devam etti. Herhalde kafamdaki Beşiktaş amblemli şapkadan çekindi diye düşündüm, güldüm. Araç soğuk hava donanımlı ve içinde süt güğümleri vardı.
Bu sadece tek örnek. Daha birkaç ay önce aynı yerde bir yakınıma oto çarptı. Bizimkinin suçu yeşil ışıkta karşıya geçmek. Çarpan da bayan. Vergi dairesinde müdür muavini çıktı. Gelin de bu işin çözümlenebileceğini ümit edin.
Eskiden ekmek kamyonetlerinden şikayet ederdik. Şimdi bunlara su dağıtıcıları eklendi. Dönülmezden dönüp, girilmezden devam ediyorlar. Motosikletler de kaldırımdan gidip, yayaları taciz ediyor, yolda park halindeki otoları çiziyorlar. Bu yasa dışılık içerisindeki öğrencilerin durumunu düşünebiliyor musunuz? Allah yardımcıları olsun.
***
Tanıtım ve teşekkür
Gece Gündüz'de tiyatro tanıtımını fark edince takıldım. Yoksa, önce arayıp sonra suratıma telefon kapatan Gülay Afşar'la işim olmazdı. DasDas oyuncuları, Franz Kafka'nın ünlü oyunu "Dava"yı sahneleyeceklerini -başladı- anlatıyorlardı. Aslında romanı bir İngiliz yazar sahneye uyarlamış. Adı da asıl kahraman Joseph K'ya dönüştürülmüş. Benim için ilginç olan yıllar önce Dava'yı bana Mithat Perin hocamın hediye etmesi. İthaftan biliyorum sene 1971'di. NTV'deki tanıtımda, genç neslin önemli oyuncusu Mert Fırat vardı. Seksenler dizisinde Trabzonlu Komiser rolüyle tanıdığımız Onur Dilber oradaydı. Diğer oyuncular Didem Balçın ile galiba Özgür Aydın'dı. "Galiba" diyorum çünkü hem Özgür hem Özgün yazıldı. Sinirli Afşar'ın bu işte suçu olmadığı kesin. Ayrıca Hanımefendi bu defa dersine çalışmıştı. Sorularından anlaşıldı.
Yeri geldi NTV'den bana yollanan bir mesajı sizlerle paylaşacağım:
"Sayın Burhan Ayeri,
8 Eylül Cuma günkü köşe yazınıza istinaden;
NTV'nin Bugün Yarın programına konuk olan Faruk Acar'ın giydiği ceketten dolayı -ekrana yansıyan kirli görüntü-yle ilgili yazınızı dikkatle okuduk. Eleştirinizi Doğuş Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı'mız Sayın Erman Yerdelen ile de paylaştım.
Yapıcı eleştirileriniz için tekrar teşekkür ederiz. Saygılarımızla,
Burcu Cankurtaran
Kurumsal İletişim Direktörü".
Sanırım bu da birisine kapak olmuştur.
***
Yıllar sonra
Şimdi yayınlayacağım yazıya kızım tesadüfen Ekşi Sözlük'te rastlamış. Tarihi 29 Kasım 2015.:
"Ne yapar ne eder bilmiyorum ama bende yeri ayrı olan gazetecidir. Akşam gazetesinin gerçekten gazete olduğu yıllarda yazıyordu kendisi. Rahmetli annem çok severdi yazılarını, takip ederdi. Yıllar yılı sırf bu yüzden akşam aldık.
Benim için önemi ise üniversitede imdadıma yetişmesi oldu. O zaman Google falan böyle kapsamlı değil. Sunum yapacağım bir ders var ve konuyla ilgili doğru düzgün materyal bulamıyorum. Kütüphaneyi alt üst ettim, ansiklopedilere bakıyorum ama iki satırdan fazlası yok, Aklıma gazetecilerden yardım istemek geldi. Bir çoğuna yazdın. Hiç biri cevap vermedi. Bir tek Mehmet Ali Birand yardımcı olamayacağını bildiren mail gönderdi.
Rahmetli annemle konuşurken durumu anlattım. -Sen Burhan Ayeri'ye yazsana o yardımcı olur dedi-. -Ya anne ne alakası var falan- derken ısrarına dayanamayıp mail attım. 2-3 gün sonra Akşam gazetesinden aradılar. -Burhan Bey ders konunuzu da içeren belgesel ve kitap setini hazırladı. Mektuptaki adresinize mi gönderelim- diye sordular. Şaşırdım ve 10-15 saniye kalakaldım. Televizyonda -halk çocuğu- ayağı yapanlar tenezzül edip cevap bile vermezken adam sadece ödev konusunu değil, faydalanayım diye koca bir set göndermişti.
Sunum 10 numara oldu. Sadece hoca değil videolara nasıl ulaştığımı sordu, hayranlıkla izlediklerini söylediler. Sıradan bir okurunun zor bir isteği için bile erinmeden uğraşan adam olarak kalacak hep aklımda. İnşallah okuyordur buraları. Her ne yapıyorsan inşallah sağlığın ve huzurun yerindedir Burhan Abi."
Bu yazıda isim yoktu sadece "Olsun lan bizi de seven olur" rumuzu kullanılmıştı. Gördüğünüz gibi sağlık sorunlarımdan vakit bulup dönüş yaptım. Yeniçağ'da da çok daha mutluyum.