Topkapı Sarayı bir şehirdir
Babam Devlet memuru olunca pek çok yöre dolaştım. Buna gazetecilik mesleğinin "seçim turları" eklendi ve dağarcığım doldu taştı. Hakkı Devrim Hocamın tespitiyle "Ata Nine" ile büyümenin avantajını da yaşadım. Bu yüzden mutfak kültürümü anne tarafıma borçluyum. İskenderun'dan Hatay'a gezmeye gitmiştik. Hayatımın ilk çizgi kitabını burada aldım; Ten Ten. Künefeyle burada tanıştım. Artık tüm Türkiye bu tatlıyı biliyor, yiyor. Unutamadığım ise Boynuz'du. Bilmeyenler için kısaca anlatayım; Bir tür kabak tatlısı. Kabağa şeker ve bazı otlar ilave ediliyor. Kireç kaymağına yatırıldıktan sonra ortaya çıkan boynuz şeklinde bir tatlı. Akide şekeri tadında bir şey. Yaklaşık 40 yıl sonra meslektaşım Zafer Atay -Hataylıdır- izin dönüşü boynuzu Tercüman'a getirip dağıttı. Nasıl sevindim bilemezsiniz.
Ben en iyisi yine İstanbul'a döneyim de Pazar yazımın çizgisi bozulmasın. Karagümrük Ortaokulu'nda anılarımda iz bırakan, satılan şıralardı. Cam şişelerdeydi. Yandan kancalı özel kapakları vardı. İmalatı yapıp satan bıyıkları sapsarı sıska bir Arnavut'tu. Ürettiklerinin iki cinsi vardı; tatlı ve keskin. Keskinden iki şişe içtin mi yürürken yalpalardın. Okulun efsane matematik hocası "Şadan Baba" burnu kızarmış öğrencileri gözler, sınıfta ayağa kaldırıp yürütürdü. Bir arkadaşımıza "İbo, keskini fazla kaçırmışsın oğlum" deyişi hâlâ belleğimde. Şimdinin yasak üstüne yasak konulan kantinlerini gördükçe o dönemin hoşgörüsünü arıyorum.
Bir çikolata markası
Vefa Lisesi'ndeki satılan parça çikolataların ismi "Al-Ye" idi. İçi yenir ambalajı ise muzurlukta kullanılırdı. Yakın zamanda kaybettiğimiz gazeteci arkadaşım Naci Yalınkılıç bu kağıtlardan birini genç ve güzel müzik hocamızın arkasına iliştirmeyi başarmıştı. Sonrasında kıyamet koptu. Birkaçımız disiplin kuruluna verildi. Ceza aldık. İlginç olan İstanbul'da her okulda "suyun ütesi" hâkimdi. Yani kantinler muhacirlerin kontrolündeydi. Sonradan bu işler Karadeniz kökenlilerin tekeline geçti. Tıpkı şimdilerde midye dolmasından Mardin-Kızıltepe'lilerin zincir oluşturması gibi. Balık alım satımındaysa Erzincanlı'ları görmekteyiz. Atatürk Havalimanı'nda çalışan taksi şoförlerinde hakimiyet Refahiye'lilerindir. Hamur işi yapıp satanlar Kastamonu ve civarından gelmedir. Unutmayın, Hacıbekir'in kurucusu Ali Muhiddin bile Kastamonu'dan çıkmaydı. Yanında çalışanları da Cide ve İnebolu'dan getirtirdi. Bu müessesede halen aynı uygulama devam etmekte.
İstanbul Erenleri
Denizcilere göre Boğaz'ın manevi anlamda 4 bekçisi var. Bunlar Beykoz'da Yuşa Aleyhisselam, Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdai, Sarıyer'de Telli Baba ve Beşiktaş'ta Yahya Efendi'dir. Geçimini denizden sağlayanlar, tüm dua ve adaklarını bu 4 Eren üstüne kurarlar. Burada bir darbımesel anlatmak istiyorum. Kilyos açıklarında fırtınaya yakalanan Hristo zor durumdadır. Başlar duaya; "Aman yarabbi, şurdan kurtulayım Yahya Efendi Dergâhı'na en pahalısından bir fıçı şarap..." O panikte Müslümanların içki içmediği aklına gelmez. Aynı şokla fıçıyı yüklenir ve gelir. Müritler kötü kötü bakar. Hristo gafını o zaman fark eder ve kaçmaya niyetlenir. Yahya Efendi derin zat. Fırlar, "Niye zahmet ettin?" der ve fıçıyı açtırır. Rum balıkçı, korksa da emri yerine getirir. Ama içinden mis gibi nar şerbeti çıkar. Büyük Velî samimi hatayı kerametiyle örtmüştür. Hristo, Yahya Efendi'nin elini öper "Senin dinin haktır" diyerek İslamiyet'i seçer.
İstanbul'un en ücra köşelerinde bile evliyaların, velîlerin, erenlerin türbelerini görürsünüz. Bunların isimleri saymakla bitmez. Kerametleri ise ayrı ayrı büyük öyküdür. Oruç Baba, Zuhurat Baba, Sadık Baba ve diğerleri...
Yok olanlar
İstanbul'un semtlerine konulan isimleri iyi inceleyin. Gültepe'nin gülleri tükendi. Çeliktepe'de demir madeni var. Hadi bakalım çıkarın. Çağlayan'ın dereleri kurudu gitti. Kâğıthane bölgesindeki tepeleri çevreleyen Harmantepe, Yeşiltepe ve Şirintepe'nin adlarıyla bağıntısı kalmadı. Haliç'e fosseptik borularını bağlayanlar yüzünden Balat iskelesine yolcu teknesi yanaşamıyor.
Çökerken gündem oldu
Bu aralar Topkapı Sarayı haberlere epey malzeme oldu. İlber Ortaylı Hocam dışında gerçeği bilen yok. Saray tek parça değil ki. Muhtelif dönemlerde 10 cami, 3 namazgâh, 8 koğuş, 2 hastane, 14 hamam, 7 köşk, 6 kule burada. 22 çeşme, 11 kuyu, 6 havuzu listeye ekleyebilirsiniz. Tam teşkilatlı mutfak, su terazileri, fırınlar, ahırlar, ambarlar iç içe. Tam 400 odası mevcut. Asırlardır onarım bekleyen "Muhteşem Şehir" sizce ne zaman kurtarılır? Hangi parayla?