Tefeci enflasyonu!
Türkiye ekonomisi ciddi bir dar boğaza girmiş durumda.
Artan enflasyon rakamları, dövizin önlenemez yükselişi, TL'nin günden güne erimesi ve tüm bu gelişmeler karşısındaki suskunluk, piyasalardaki tedirginliği artırıyor.
AK Parti döneminin aniden ortaya çıkan zenginleri bile doğru düzgün açıklama yapamıyor. Çünkü kendileri de borç batağında.
Merkez Bankası'nın müdahale girişimleri aynı gün sonuçsuz kalıyor.
Bir kısım medya, dövizdeki artışın sadece ithal edilen ürünlerle sınırlı olduğunu belirterek "Türkiye'ye operasyon" yapılıyor imajı oluşturmaya çalışıyor.
Her sıkışmada "Türkiye'ye operasyon" diyerek, her başarıda ise parti güzellemesi yapılmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Halbuki bu manipülasyon yerine Türk ekonomisinin nasıl bu kadar operasyona açık hale geldiğini tartışmamız gerekiyordu.
***
Seçimlerin erkene çekilmesinin arkasında iki büyük faktör vardı. Birincisi, AK Parti'nin düşen oylarıyla yerel seçimlere gidilseydi çok farklı bir hava oluşacaktı. Öncelikle bunun önüne geçilmesi amaçlandı.
İkinci ve en önemli konu ise ekonomide yaklaşan tehlikeydi.
11 yıl boyunca ekonomi politikalarını yönlendiren Mehmet Şimşek, seçimlere günler kala "Ekonomideki olumsuzluklara hazırlıklı olmalıyız" yorumları yaparak, kara tablonun ilk işaretlerini veriyordu ve artık süreç kontrol edilemez bir noktadaydı.
***
Seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en şeffaf olması gereken ekonomi politikalarının başına damadını getirmesi, piyasaları daha da tedirgin etti.
Ama bu hamlenin stratejik bir durum olduğu çok net bir şekilde görülüyor.
Eğer Mehmet Şimşek devam etseydi sorumluluğun üzerine kalmaması için, tabloyu tüm detaylarıyla kamuoyuyla paylaşmaya devam edebilirdi.
O yüzden Berat Albayrak olayını bir de bu yönden değerlendirmek gerek. Böylece Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı zor durumda bırakacak açıklamaların, itirafların yapılmasının önüne geçildi.
Ancak tüm bu önlemler bir yere kadar yeterli oluyor.
Vatandaş, sokağa çıktığı andan itibaren, hatta evde oturduğu zamanlarda (yaşam kalitesini düşürmesine rağmen) daha fazla para harcıyor. Ay sonunu getirmekte zorlanıyor. İnanılmaz bir tefeci enflasyonu oluşmaya başladı.
Cebine parasını koyan, darboğazda olan şirketlerin, vatandaşların kapısını çalmaktan çekinmiyor.
Öte yandan kolay yoldan zengin olma hayalleri aldı başını yürüdü. Bu yüzden her gün yepyeni topluca dolandırılması hikayeleriyle karşılaşmaya başladık.
Toplum, paraya endeksli bir travma yaşıyor.
Güney Sudan örneği
Ekonomik göstergelerimizin bu duruma gelmesi ve TL'nin günden güne erimesi aslında doğrudan siyasi politikalarla ilgili. Eğer yıldan yıla değişen ekonomi, eğitim, sosyal ve askeri politikalarımız olmasa, FETÖ devletin her yerine sızdırılmasa, başarısızlıkla biten çözüm süreci yerine operasyonel faaliyetler yapılsa ve toplumsal anlamda birbirimize bu kadar uzaklaşmasaydık her şey çok başka olabilirdi.
2011 yılının Temmuz'unda bağımsızlığını kazanan Güney Sudan "Devlet nasıl yönetilemez" sorusunun en canlı örneği. Daniel Conaghan ve Dam Smith'in kaleme aldığı "Para kitabı"nda konu çok güzel özetleniyor aslında:
"Temmuz 2011'de bağımsızlığını kazanarak diğer 192 BM üyesine katılan Güney Sudan, müthiş doğal kaynaklarına rağmen dünyanın en fakir ülkelerinden biri. 8 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ı günlük 1 doların altında yaşıyor ve kronik açlıkla mücadele ediyor. Büyük kısmı okuma-yazma bilmeyen halk, savaştan harap olmuş ülkede yeterli yol ve elektrikten mahrum yaşıyor. İşin ironik yanı, ülkenin çok daha zengin ülkelerle ortak bir yanı bulunuyor: Muazzam petrol kaynakları. Güney Sudan 7 milyar varile kadar kanıtlanmış rezerve sahip. Bunlar şimdiden yılda 1 milyar dolarlık gelir sağlıyor. Buradaki gariplik finansal olmaktan ziyade insani: Ülkenin huzura, eğitime ve sağlıklı ekonomiye ihtiyacı var. Aksi takdirde zenginler ve fakirler arasında uçurumu kapatmaları ve ulusal sloganlarına uymaları çok zor: 'Adalet, Özgürlük, Refah'".