Suriye'nin ateşi, AKP'nin körüğü!..

Bir düşünsenize; karanlık devletlerin yarattığı, büyüttüğü ve beslediği terör örgütleri Ankara'nın göbeğinde cirit atıyor ve Türkiye Cumhuriyeti kendi topraklarını, ülke bütünlüğünü ve halkın huzurunu korumak için o örgüte müdahale ediyor...

Böylesi bir durumda söyler misiniz; dünya ülkelerinden herhangi birinin Türkiye Cumhuriyeti'ne söyleyecek bir sözü olabilir miydi?..

Yani; birileri, kendi vatanı içerisinde adeta kurtuluş savaşı veren bir ülkeye "ya sen kendi ülkende, kendi topraklarında, ülke bütünlüğünü bozmaya çalışan terör gruplarına karşı neden operasyon yapıyorsun" diyebilir miydi?..

Ne kadar komik olurdu böyle bir soru değil mi?.. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı'nda da olduğu gibi, tarihin herhangi bir döneminde böylesine saçma sapan bir soruya muhatap bile olamazdı...

Kimse karşı çıkamaz; dünya üzerindeki tüm ülkelerin kendi toprak bütünlüğünü korumak, kendi yurttaşlarını güven içerisinde yaşatmak görev vardır... Tıpkı Suriye'nin 6 yılı aşkın süredir tüm engellemelere ve kışkırtmalara karşın yapmaya çalıştığı gibi...

Peki; yanı başımızda, daha düne kadar en yakın komşumuz olan Suriye'nin iç savaş tehdidi ve işgale karşı direnmesi neden illegal görülüyor ki?..

Gerici-bölücü terörizmle mücadele eden Suriye devleti neden "terörist" muamelesiyle karşılaşıyor?..

Bir kez daha gündeme gelen bu soruyu sormamızın asıl nedeni Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Suriye'nin İdlib kentinde yaşananlarla ilgili çok şaşırtıcı açıklamasıdır... Dedi ki Çavuşoğlu;

"İran ve Rusya... Garantör olduysanız ki, oldular, rejimi durdursunlar... Bu, basit bir hava saldırısı da değil. Rejim ilerliyor İdlib içinde... Burada niyet farklı..."

Güler misiniz ağlar mısınız bu soruya?.. Söyler misiniz, ülke bütünlüğünü korumak için kendi topraklarında operasyon yapmak zorunda kalan bir ülkeye karşı nedir bu diplomatik taarruz?..

Nedir bu Şam'ı engelleme çabaları, nedir bu bitmeyen kin ve düşmanlık?..

1920 öncesi emperyalizmin işgal ederek yakıp yıktığı Osmanlı'da, Kurtuluş Savaşı gibi soylu bir mücadelenin ardından cumhuriyet kurulabilmişken, AKP, kendi kurtuluş savaşını veren en yakın komşumuzun kaderiyle oynama hakkını nereden buluyor?..

Hükümet, skandal Suriye diplomasisi nedeniyle hem sosyo-ekonomik açıdan hem diplomatik yönden hem de ülke bütünlüğü bakımından kaybetmeye devam ederken, ABD ve yoldaşlarını mutlu etmek için Suriye'ye düşmanlığı daha ne kadar sürdürecek acaba?..

AKP, yıkım getiren bu diplomatik kafayla devam ettiği sürece hiç kuşkunuz olmasın, ileriki dönemlerde Türkiye'nin çevresinde tek dostu kalmayacak...

En yakındaki komşusunda yaşanan kanlı yangına körükle giden AKP iktidarı, sancılı Suriye politikasını bir an önce değiştirilmeli ve yanı başımızda, bir ulusun verdiği kurtuluş savaşı mücadelesine çelme takmaktan da vazgeçmelidir...

Hem Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh" stratejisi hem de "uluslar, kendi kaderlerini kendileri tayin etmeli" esası bunu emrediyor...

URFA, ANTEP, ŞAM...

Şam, Halep, İdlib ve diğerleri... Bitmeyen kan deryası komşu şehirleri boğmaya devam ediyor?.. Peki ya sınır kentlerimiz?..

İki gün önce Güneydoğu'daydım... Suriye'de iç savaşın başladığı altı yıl öncesinden bugüne Güneydoğu kentleri yalnızca huzur açısından erozyon yaşamıyor, şehirlerin fiziki yapıları, sosyal yaşamları ve ekonomik koşulları da ciddi bir değişimin çıkmazında debelenmeye devam ediyor...

Hatay'dan Mardin'e kadar başta Kilis, Antep ve Urfa olmak üzere Güneydoğu'nun büyük kentlerinde Suriye'den gelen 2 milyonu aşkın sığınmacı yalnızca sosyal yaşamda ve demografik yapıda değişimi dayatmıyor, aynı zamanda güvenlik sorunlarını da büyütüyor...

Antep'te 600 bini aşkın Suriyeli sanayiden tarıma, hizmet sektöründen turizm alanına kadar ekonomik yaşamı neredeyse ele geçirmiş... Bir dönemin sanayi kenti Antep ucuz iş gücünün yol açtığı işsizlik yüzünden de kaos yaşıyor...

600 binden fazla Suriyelinin yaşadığı Urfa'da da benzer sorunların önümüzdeki dönemde büyüyeceğinin işaretleri görülüyor...

Urfa'nın merkezinde, Topçu Meydanı'ndan Eyyübiye ilçesinin varoşlarına kadar kentin neredeyse üçte birinde, Suriye'den gelen sığınmacıların faaliyete soktuğu "medrese" adı altındaki hücreler dikkat çekiyor.

Bu tablo IŞİD gibi örgütlerin nasıl taban bulduğunu ve kentte neden örgüt içi cinayetler yaşandığını da göstermeye yetiyor...

GAP'ın merkezinde de Suriyelilerin yol açtığı ucuz iş gücünden kaynaklanan işsizlik sorunu huzursuzluğu artırıyor...

Bu köşede geçen haftada da dikkat çektiğimiz sorunlar giderek büyürken; AKP iktidarının Suriye politikasının yol açtığı iç meselelere yönelmek yerine, halen Esad'la uğraşması bu ülkeye son altı yılda 20 milyar dolardan fazla zarar veren anlayışın yaşananlardan ders çıkarmadığını gösteriyor...

Urfa'daki önemli bir iş adamının şu saptaması da, Suriye politikasının ileride daha büyük tehlikelere yol açacağının işaretlerini veriyor;

"Suriyelilerin nüfusu büyük hızla artıyor, Urfa, Antep, Mardin ve çevresinde yerli halk 10 yıl içinde azınlığa düşecek ve sosyo-kültürel değişimin dayattığı baskılar da bölgeyi iyice yaşanmaz hale getirecek. AKP, Suriye'yi karıştırmak yerine, sığınmacıları kendi ülkelerinde, huzur ortamında rehabilite edecek politikalara yönelmeli.."

ÇANKIRI'NIN İKİ YÜZÜ VE TUŞ!..

guresci.jpg

Yıllardır merak ediyorduk, Türkiye'nin "ata sporu" güreş diğer dallarda olduğu gibi neden çuvallamaya başladı acaba?..

Bir dönem uluslararası spor turnuvalarında rakiplerine minderi dar eden millî güreşçilerimiz nereye kayboldu diye düşünüp duruyorduk ki, yanıtı çok çarpıcı biçimde ortaya çıktı...

O güreşçilerden biri meğerse Çankırı'da, hem de Gençlik Spor İl Müdürlüğü bünyesinde, elinde paspasla tuvalet temizliyormuş!!!

Skandal, rezalet, terbiyesizlik ne derseniz deyin ama tam bir utanmazlık sergilenmiş Çankırı'da... Hadi diyelim spor il müdürünün ilgisizliği yüzünden memleketin Spor Bakanı uluslararası müsabakalarda bayrağımızı göndere çeken, olimpiyat 3.'sü, dünya 2.'si ve Avrupa şampiyonu olan millî güreşçi Seyfullah Karadeniz'e reva görülen bu onur kırıcı davranışı duymamış!!!

Peki; Çankırı'da "vali" olacak zat da mı işitme özürlü bir millî sporcunun, elinde paspasla tuvalet köşelerine atılmasını işitmemiş?..

Nasıl duysun ki, Seyfullah'a sağır kendine uyanık vali bey?.. Tam da bugünlerde çok meşgulmüş vali efendi!.. Çünkü öğretmen olan eşini "24 saat içerisinde" nasıl Çankırı İl Millî Eğitim Müdür Yardımcısı yapabilirim diye uğraşıp duruyormuş!..

Üstelik Vali Hamdi Bilge Aktaş, paspasçı yapılan millî güreşçiyle ilgili, "kendisine tanımlanan görevi yapıyor ve bu görev temizlik görevi" demekten de çekinmemiş...

Lafı uzatmaya gerek yok; bir millî sporcuya reva görülen utanç verici muamele iki gerçeği de gafillerin suratına çarpmaya yetiyor;

Evet, Çankırı'da minderden taşan rezalet de gösterdi ki, bu devlet "millî" de olsa, dayısı olmayana kör ve sağır olmaya devam ediyor...

Ancak asıl mesele, ata sporunun minderlerde neden hezimet yaşadığı sorusunda kilitleniyor...

Birileri yanıt verebilir mi acaba; Çankırı'da tuvalette adeta "tuş" edilen Türk sporu yabancı devletlerin minderinde ayakta durabilir mi?..

Yazarın Diğer Yazıları