Sömürü için katliam yapanlar
Kölelik, insanın insanı istismarı ve ekonomik çıkar için yapılan insanlık tarihinin en büyük ayıplarından biridir. Maalesef bazı dinler de köleliği kabul etmiş ve bu dinler açısından en büyük çelişkiyi oluşturmuştur.
İnsanlık tarihinde kölelikten daha yüz kızartıcı olan ekonomik sömürü için yapılan katliamlardır.
Endonezya, Malezya adalarının keşfe açılmasıyla, bu bölgede, karanfil, küçük Hindistan cevizi ve muskat gibi baharat ticareti, Avrupalılar arasında müthiş bir rekabete neden oldu. O kadar ki Hollanda temsilcisi 1621’de Banda’da adalarda yaşayan on beş bin kişiyi katletti. Hindistan cevizi kabuğu ve muskat üretimini bilen az sayıda insanı öldürmedi. Daha sonra adalar 68 parsele bölünerek 68 Hollandalıya verildi. Bunlar da köle satın alarak bu plantasyonları işlettiler. (Ulusların Düşüşü.)
Bugün kimse Hollanda’nın geçmişteki soykırım ve katliamlarından söz etmiyor. Buna karşılık Hollanda’da iki tane sözde Ermeni soykırımı anıtı var. Gerçekte Birinci Dünya Harbi’nde, İngilizlerle iş birliği yaparak Osmanlı’yı arkadan vuran Ermeni çetelerine karşı Osmanlı’nın yaptığı tehcir en insani çözümdür.
1492’de, Kristof Kolomb ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi. Amerikalıların Kızılderili soykırımı ise açık ve tescilidir.
Norveçliler, 1920-30’larda çıkardıkları yasalarla Nordik ırkın ariliğini korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırdılar.
İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya’da yerleşik halk Aborjinleri sistematik olarak yok ettiler. İngilizlerin aralarına salgın hastalık yaydığı, bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı 750 bin siyah derili Aborjin’den geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi.
Rusya 70 yıl komünizm yaşadı. Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerini ideolojik olarak etkiledi ve bunları sömürdü.
Günümüzde sömürünün şekli değişti... Artık emperyalist ülkeler, sömürecekleri ülkelerin doğrudan siyaset alanını ve siyasi kişilerini belirliyor. Sömürecekleri ülkelerde uygulanacak iktisat politikalarını tespit ediyor. Söz gelimi düşük kur politikası uygulayan bir ülkenin rekabet gücü azalıyor ve cari açık veriyor. Bu açığı kapamak için söz konusu ülkeler, alt yapı yatırımlarını, kârlı şirketlerini, bankalarını yabancıya satıyor. Sıcak paraya mahkum oluyor ve dış borç batağına giriyorlar.
‘İntihar Ekonomisi’ kitabının arka sayfasında, bir ekonomik tetikçi John Perkins’in itirafları var:
“Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi ” asla “ o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır, o ülkede birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar tetikçiler olarak gider onlara deriz ki;
‘Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!
Elektrik su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın...’
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz.
Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir.”