Siyasi partiler nerede?
16 Nisan referandumu öncesinde hayır cephesinin temel argümanı "rejim değişiyor" üzerine kurulmuştu.
O dönem, Milliyetçi kanat örgütsüz bir birliktelik içindeydi, bu sayede referandumda çok yüksek bir oranda "hayır" çıktı.
24 Haziran seçimlerine gidilirken siyaseten girift bir tablo oluştu.
Milliyetçilerin bir kısmı İYİ Parti içinde teşkilatlanmaya çalışırken, bir kısmı açıkta kalmış, bir kısmı ise MHP'de devam etmişti.
Ortak bir karar, ortak bir kanaat oluşamadı.
16 Nisan referandumu öncesindeki "teşkilatsız birliktelik" 24 Haziran'da yakalanamadı.
24 Haziran öncesinde, milliyetçi cephedeki belirsizliğin bir benzeri de CHP'de yaşandı. Kendi aralarında tam bir söylem oluşturulamadığı gibi, daha seçim sürecince İnce'nin Genel Başkan olup olmayacağı tartışmaları öne çıktı.
Hâliyle bu durum söylemlere de yansıdı. CHP'nin adayı Muharrem İnce, "Parti rozetimi çıkarıyorum, ben Türkiye'nin adayıyım" sözleriyle kampanyayı anlatırken parlamenter sistem vurgusunu neredeyse hiç yapmadı. Seçilseydi 16 Nisan referandumundaki değişiklikleri muhtemelen kendisi de kullanacaktı.
"Millet İttifakı'nın 24 Haziran bildirgesi" diye ortaya konulan metinde, parlamenter sistem vurgusu olmaması İYİ Parti tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Hâl böyle olunca, muhalefetin 16 Nisan referandumunda girişini yaptığı "rejim değişiyor" söylemleri unutuldu. 24 Haziran seçimlerinde kullanılan sözler bugün yaşadığımız sistem değişikliğini anlatmaktan çok uzaktı.
***
24 Haziran'dan zaferle çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bundan sonra size nasıl hitap edelim" diyen basın mensuplarına "Başkan diyebilirsiniz" cevabıyla yeni dönemin fragmanını vermiş oldu. Erdoğan'a yakın medya organlarının tamamı "Başkan Erdoğan" tanımını kullanmaya başladı. Seçimler öncesinde MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin, "Erdoğan kazanması durumunda yeni sistemin I. Cumhurbaşkanı olacak" sözleri de bugünleri işaret ediyordu aslında.
Parlamentonun saf dışı kaldığı, sistemin KHK'larla kurulduğu; yetki, atama ve liyakat değerlendirmesinin tek elde toplandığı bir Başkanlık sisteminin ilk günlerindeyiz. Kurumlar, "Başkan"ın mutlak otoritesi ve iradesi altında şekillenmeye başladı.
Son çıkarılan KHK'larla yapılan düzenlemeler gösteriyor ki, bugünlerde etkisi hafif seyreden bu değişim önümüzdeki süreçte çok daha şiddetli bir geçişe neden olacak.
Erdoğan'ın iş yükü artacağı gibi, yanındaki ekibin güçsüzleşmesi, kendi içinde kavga etmesi ya da benzeri problemler yaşaması halinde kurumlardaki sorunlar büyüyebilir.
Sistemin kendi kendini denetlemesi, kurumlardaki devlet aklı dışındaki hamlelerin ortaya çıkarılması imkansızlaşabilir.
Tüm bu yaşananlar tek söylemi kabul etmiş medya üzerinden de ortaya çıkarılamayacağı için, "Her şey çok güzel" denilerek, "Başkan" yanıltılabilir.
Dolayısıyla "oto-kontrol" mekanizması gelişmemiş, liyakatin tam olarak sağlanamadığı, kurumların "biat-liyakat" ikileminde savrulduğu günler yaşanabilir.
Geçmiş dönemde örneklerini gördüğümüz güç savaşlarında yeni süreçler doğabilir.
Muhalefetin 24 Haziran öncesinde unuttuğu, anlatamadığı ve üzerine gidemediği konu tam da burasıdır.
Hatta son gelişmeler karşısındaki suskunluk, güçlü olmayan eleştiriler ve açıklamalar partilerin dahi yeni sisteme tam olarak hâkim olmadığını gösteriyor.
***
Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay'ın "Biz yeni sistemin çalışmalarına 15 Temmuz'dan 4 ay önce başlamıştık" ifadelerinin doğru okunması gerekiyor. Özetle; yayımlanan KHK'lar, atılan adımlar, kapatılan-lağvedilen kurumlar bugünün inisiyatifiyle şekillenmiyor. Neredeyse 3 yıldır somut olarak çalışan bir sistem değişikliğini yaşıyoruz.
"Ahlak-adalet-liyakat" anlayışının tam olarak gelişemediği kurumlar ve medyanın denetleme görevini üstlenemediği bir sistemde bu gibi geçişler çok büyük riskleri içinde barındırmaktadır.
Dolayısıyla hatalı KHK'ların, yanlış uygulamaların, sistemdeki açıkların ortaya çıkarılması görevini Meclis'teki siyasi partilerin çok yakından takip etmesi gerekiyor.
Kurumların kendi kendilerini takip edemedikleri durumlarda çıkan sorunların örneklerini her zaman yaşayan bir toplumuz. Dolayısıyla Meclis'teki siyasi partiler artık medyanın da görevini yerine getirmek, iktidar üzerinde toplumun gözü olmak durumundalar.
Ama görüldüğü kadarıyla şu anda ciddi bir heyecansızlık var.
Sosyal medyadan yapılan yazılı açıklamalarla çok ciddi bir gündem kaçırılıyor.
Meclis'te ayağa kalktım-oturdum, salona geldin-gelmedin, medya bizi veriyor-vermiyor ikilemleri yerine sahaya inmeleri gerekiyor. Çünkü siyasetin artık Meclis'te yapılması oldukça zor.
301 vatandaşımızın hayatını kaybettiği Soma faciasının karar duruşmasında Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve CHP'li vekiller haricinde kimsenin olmaması kabul edilemez bir durumdur.
Siyaset, yeni dönem ve rejimde oturularak veya Meclis'te konuşarak yapılırsa başarı imkansızdır. Bu durum tüm siyasi partiler için geçerlidir.