Siyasete düzen şart

Kim ne derse desin. Gücünüz varsa pazarlık payınız yüksektir. Bu durum hükümetler açısından da böyledir. Türkiye'nin etrafındaki gelişmelere karışı pazarlık payının güçlenebilmesi için ekonomisi kadar silah sanayisinin de güçlenmesi gerekmektedir.

Ne yazık ki, onlarca hükümet gelip geçmesine rağmen bu konuda istenilen güç elde edilememiştir.

Türkiye Selçuklu ve Osmanlı bakiyesidir. Geçmişi temsil etmektedir. Bu yönüyle kendini bir devamlılık çizgisinde görmeli ve geçmişinden izler taşımalıdır. Bu izlerin en önemlisi ders çıkarma kertikleri neresidir derseniz, derim ki, yükselme kırılma dönemleri arasındaki gel-gitlerdir.

Güçlü devletin özellikleri bellidir.

Orta Doğu bölgesinde var olmanın ön koşulu güçtür. Ne kadar güçlüyseniz o kadar etkili ve söz sahibisiniz demektir. Bunu ülkenizi içindeki siyasi gruplarla yersiz kavgalar çıkararak başaramazsınız. Birlik ruhuyla başarabilirsiniz.

Gücün psikolojisi bunu gerektirir.

İkincisi de silah üreterek ve ihtiyaçlarınızı yerli sanayinizden karşılayarak yapacak düzeye erişmenizdir.

Üçüncüsü, elbette planlı, ani gelişmelere dayanıklı bir ekonominizin kurulmuş olmasıdır. Tarım arazilerini boş bırakarak saman üreten bir ekonomi yaratmışsanız, bunu başarmakta zorlanıyorsunuz demektir.

Ayrıca topluma yeni katılan genç nüfusu ülke kalkınması için işe koşacak ekonomi politik üretememişseniz gene tarihi hata yapıyorsunuz demektir. Çünkü insanların hem emeğini, hem zihin gücünü, hem de okullarda ter dökerek yıllar süren mücadele sonunda elde ettiği bilgi birikimini çöpe atıyorsunuz demektir.

Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye'yi yönetenler, hiç vakit geçirmeden, milli sanayinin geliştirilmesine yönelik stratejik adımları atmak zorundadırlar.

Uçak gemisi, füze bataryaları, yerli uçak sanayii gibi..

İşte o zaman Rusya, ABD ve AB ülkeleriyle yapacağız her türlü hesap ve pazarlığın içeriği, niteliği, başarı biçimi kendiliğinden değişecektir.

Türkiye'yi yönetenlerin bir dengelenme durulma, öz eleştiri yapma ihtiyacı var.

Art arda yaşanan bunalımlar gibi yenileri geldiğinde "ah, yanılmışım" dememek için bir büyük akıl aranıyor..

Önümüze ışık tutacak, aydınlattığı yerlerde geleceği göreceğimiz bir akıl.

İster Suriye, ister Kuzey Irak politikalarında olsun, gel-gitlerle durumu idare ediyoruz. Böyle bir gidiş iyiye alamet değil. Kazanımlarımızı ikiye, üçe katlamanın önünü kesiyor. Ayrıca yanılgıların ülkeye maliyeti hem ekonomik, hem siyasi ve hm de toplumsal düzen açısından oldukça ağır olmaktadır. Bunu önlemek, geleceğimizi kurtarmak, ülkemize zaman kaybı yaşatmamak için şarttır. Öyle ise Türkiye'de ortak akla, milli ortak zemine ihtiyaç var. Bu zemininin yaratılması öncelikle iktidardakilerin görevi. Sonra toplumun. Toplum kendi gücünü/etkisini kullanamıyor. Edilgen bir durumda yukarıdan gelecek iyilikleri bekliyor. Hâlbuki kendisi de siyaseti zorlayabilir. Zorladıkça da politikacılar, beklenen çizgiye gelmiş olur.

Peki, toplum nasıl harekete geçecek?

Öncelikle sivil toplum kuruluşlarıyla.

Zorlayıcı, yönlendirici açıklamalar karşısında ne hükümetin ne de siyasetin buna sessiz kalmayacağı açıktır.

Türkiye'nin bir şanssızlığı da nitelikli sivil toplumsallaşmamasıdır. Sivil toplum kuruluşlarının pek çoğu iktidar karşısında pasif ve sessiz.

Ülkenin acil ihtiyaçlarını dillendirmekten çekiniyor.

Sonuç olarak, Günü kurtarma siyaseti yerine, geleceği sağlamlaştırma politikalarına geçmek zorundayız. Bunun yolu da bellidir. Siyasete toplum müdahalesi yapmak şarttır.

Yazarın Diğer Yazıları