Seçimlerin iki açmazı
Hazımsızlığa bakın..
Cumartesi günkü yazımızda biz boşuna demokrasiyi aramadık.
Boş yere "seni özledik" demedik.
Boş yere hukuktan bahsetmedik.
İşte seçim günün ilk haberi.
Sandık güvenliği için Şanlıurfa'da görevlendirilen CHP Ankara Milletvekili Murat Emir;
"Şanlıurfa'da müşahitlerin sandıkların olduğu okullara girişinin engellendiğini, sabah erken gidip okullara giren müşahitlerin ise darp edilerek sandık başından uzaklaştırıldıklarını açıkladı."
Bu ne şimdi?
Demek ki Türkiye'de bir kısım insanlar demokrasiyi hazmedecek kültür seviyesinde değil..
Bunun başka anlamı var mı?
Yok..
Devam edelim:
"Emir, müşahitlere yönelik darp ve tehditler nedeniyle, başta Şanlıurfa Merkez'e bağlı Eyyubiye ve Halliye köyleri olmak üzere pek çok köyde müşahitleri geri çekmek zorunda kaldıklarını söyledi..."
Üzücü. Ve seçim sonuçları açısından da bir o kadar vahim..
Sadece bu da değil..
Türkiye'de bir kısım siyasetçiler kadar bir kısım din kisvesi altındaki kimseler de taraftarlarına düşmanlık aşılandı.. Buna da devam ediliyor.
Şanlıurfa'da tam olarak amaçlanan nedir onu bilmiyorum. Ancak kabile asabiyesinin öne geçtiğini gördük.
Bu olaylardan önce cinayet işlendi.
Meseleyi toplumun siyasal sorunları olarak görmek yerine sülalenin itibar meselesi veya siyasi kazancı olarak görürseniz, ortaya vahim sonuçlar çıkabilir.
Seçim, toplumun siyasal sorunu için yapılıyor. Kabilelerin, cemaatlerin veya cemiyetlerin statüsünü yükseltip alçaltmak için yapılmıyor. Ancak, meseleye bu nitelikte bakmayanlar için elbette amaç değişebilmektedir.
Tarikat ya da cemaatlerin insanları kutuplaştırmaları ise kabile asabiyesi yerine dini grup/cemaat, taraftar/asabiyesi ortaya koymaktan kaynaklanıyor.
Hâlbuki tarikat ve tasavvufun özünde dünyevileşmek ve asabiye yaratmak yoktur. Herkes Allah'ın kuludur. Lakin cemaatler siyasal iktidarın ekonomik dağıtımının bir parçası haline geldiler. Dağıtımdan pay alabilecekleri siyasi partiye siyasal çıkar sağlamak için dini kullanmaktan çekinmiyor..
Buradan bir çeşit cemaat kabilesi yaratarak, bağlılarının beynini dini argümanlarla yıkayarak, öteki saydıklarına düşman haline getiriyorlar.
Artık "bir hırka bir lokma" yahut "yaratılanı yaratandan ötürü sevelim" felsefesi yerini, şirketleşmeye, holdingleşmeye ve sürekli zenginleşmeye bıraktı. Tarikat ve cemaatlerin ana caddeden sapması demek olan bu yapılanma beraberinde İslam dininin tahrif edilmesini getirdi.
Bu seçim sürecinde İslam dini fütursuzca, Allah'ın istemediği şekilde siyasete alet edildi.
Dini yozlaşmalar karşısında Diyanet'in de sesi çıkmadı, çıkmıyor. Tıpkı FETÖ meselesinden önce hiç itiraz etmediği gibi.
Bunun değişmesi gerekiyor.
Bu seçimlerin demokrasiyi ve dolayısı ile de hukuk düzenini aratan iki yönü budur.