Satın alma özgürlükleri ve bunu algılayamayanlar...
"Bütün dünyada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü; gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet, halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir." Lenin...
Lenin bunu diyeli yaklaşık yüz yıl olmuş, Batı o zamanlar bu utanılası özgürlükleri yaşıyormuş, büyük ölçüde bugün de yaşıyor. Biz ise yaşamıyorduk bunları o günlerde, gazete sahipleri yalnızca gazeteciydiler. "Halkın görüşünü satın alma" ise Turgut Özal'a dek düşünülen bir şey bile değildi; her basın kuruluşu, ideolojik çizgisine, tuttuğu tarafa göre görüş açıklardı, bu doğrultuda kamuoyu oluşturmaya çalışırdı. Yazar satın almaksa neredeyse hiç yoktu, çünkü satılık adam yoktu ya da olanlar da çekiniyorlardı satılmaktan. Yazar satın almayı da Özal başlattı. Ya rüşvet, o hep vardı ama o da Özal'la birlikte tavan yaptı "Benim memurum işini bilir" sözü Türk siyasal tarihinin en büyük utancıdır.
Yakınlara makam-mevki dağıtmak da Özal'la başladı, dayıoğlu Yetim Hüsnü ve kardeşi Yusuf Özal'ı bakan ederek, etik sayılmayan bu tür girişimleri olağan hale getirdi.
Sonra?.. "Önce ekmekler bozuldu" misali (Oktay Akbal ışıklar içinde uyusun), böyle bozuldu ahlak, böyle tu kaka ve gülünesi edildi erdem, halk böyle böyle beynini teslim ediverdi bunlara...
"Beyin teslim etmek"... Açayım bunu biraz... Yaşı uygun olanlar anımsarlar; Özal, kamu yayıncılığı tekelini kırmak, sermayeyi ve dincileri görüntülü medyaya sokabilmek için "Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz" dedi ve "Star 1" adlı özel televizyonu, merkezi Türkiye dışında yutturmacasıyla kurdurdu, yayına sokturdu, oğlunu da dahil etti o işe. Sonra özel radyolar sökün etti ve sonra sonra, mantar gibi özel radyo ve TV'ler türediler, bu fiili duruma yasal kılıf uydurabilmek için de anayasa ve yasalarda değişiklikler yapıldı.
Burada 1990 yılında SSCB'yi çökerten küresel kapitalizmin özel bir hesabı vardı. Beyin yıkayacaktı, koşullandıracaktı kitleleri... Öyle ki; ne dese yapacaktı; şu programı seyret, edecek; şu kitabı oku, okuyacak; şu malları tüket, tüketecek; şu partiye oy ver, verecek; şunu düşün, öyle düşünecek; şunu alkışla, emredersiniz...
Bütün bunlar oldu, olmayı sürdürüyor, tek fark var, küresel liberal-kapitalizm, işin içine dincilik de katarak AKP'yi taşıdı iktidara ve Recep Tayyip Erdoğan bu medyanın %90'ını aşama aşama kendine yandaş etti zorlamalarla, iktidar güç ve nüfuzuyla.
Şimdi o medya aracılığı ile o teslim alınan beyinleri dilediği yöne sevk ediyor.
Olan bu, manzara bu...
Peki bütün bunlar olurken karşı taraf, bu ülkenin ulusal güçleri ne yaptılar? Bu medya operasyonlarını iyi okuyabildiler mi, kendi burjuvazilerini oluşturabildiler mi, bu burjuvaziyi örgütleyip karşı pozisyon alarak kendi medyalarını oluşturabildiler mi? Tarikat, cemaat radyo televizyonlarının karşıtı olarak; sendikaları, sivil toplum örgütlerini medya bakımından örgütleyebildiler mi? Hayır hayır hayır. Şunu beklediler hep, halk bir gün bunlardan bıkar oyunu bize verir, biz geliriz.
Bu olmadı, asla olmayacak... Herkes aklını başına alsın, her alanda ama özellikle medya alanında olmak için örgütlü, bilinçli, uzun soluklu, sabırlı, akıllı bir mücadele vermeye baksın, partilerle olacak iş değil bu iş...