Palamut gibi Barbun balıkları
Bugün pazar. Değişik bir şeyler yazalım. Eski savcı Zekeriya Öz'e altlarındaki zırhlı Mercedesleri verenleri hatırlatmayalım. Aynı ekibin diğer iki savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in de nerelerden nerelere geldiklerini unutalım. Gelin sizinle 60 yıl öncesinin İstanbul'unu gezelim. Demokrat Parti'nin ilk önemli icraatı, yoldan söz edelim. Unkapanı-Eminönü hattı yapılıyordu. Bir yandan yıkım devam etmekte. Henüz ilkokul çocuğuyuz. İhtiyaçtan değil ama, taş toprak yığınları arasında hurda demir topluyoruz. Sonuçta bunları satıyoruz. Eğer evden para koparmışsak sepetle kahvaltılık satan Bulgarlardan özel sandviçler alıyoruz. Şehremini'ndeki, Otakçılar'daki hatta Küçükpazar'daki mandıralarda yapılmış süt ve tereyağı var. Reçeller ve peynirler de el imalatı. Ekmekler baton -baston- dediğimiz cinsten. Genelde Balat-Fener arasındaki fırınların ortaya çıkan koalisyon "lezzet abidesi". Kendi adıma en fazla ilgimi çeken nohutlu-pilav satılan 4 tekerlekli arabalar. Tam bunlardan birinin başına yönelmişken hayatımın ilk büyük sürprizini yaşadım. Günün erken saatinde bağırtı başladı; "Geliyor, geliyor". Siyah muhteşem bir Cadillac önümde durdu. İçinden kruvaze takımlı ve kravatlı biri çıktı. Hemen tanıdım Adnan Menderes. Yapımı denetlemeye geldiği kesin. Nohutlu pilav satana yöneldi; "Doldur bakalım" dedi. "Tavuk istemem" diye ilave etti. Herkes sessiz. Bütün gözler Başbakanı izliyor. Süratle yedi ve yaşlı adama yarım porsiyon daha koymasını söyledi. Onu da yedi. Elini ceketinin iç cebine atıp cüzdanını çıkardı. Gıcır gıcır bir kağıt 5 lira aldı. "Çok güzel yapmışsın. Aferin" deyip parayı ihtiyarın eline tutuşturdu. Sonra da aracına atlayıp uzaklaştı. 10-15 kuruşluk pilavdan 5 lira kazanan satıcının gözlerindeki mutluluğu hiç unutamam. Eve döndüğümde Ata Nine'ye "Bugün Menderes'i gördüm" dedim. O da "Rüyanda mı?" şeklinde cevap verdi. Hemen ekledim "Yanımda Yılmaz da vardı. İnanmıyorsan ona sor".
Balık cenneti
Daha sonraki yıllarda ilk gençliğimizi yaşamaya başladık. Hani şu yeni miting alanımız var ya; Yenikapı. Kaya midyesi kaynıyor. Buradan öyle Barbun balıkları çıkardı ki Çingene Palamudu iriliğinde. Arkadaşımın kendi adını taşıyan kıçtan motorlu teknesi Yekta'yla genelde serpme atardık. Biraz daha fazla balık yakalasak tekneyi batırabilirdik. Bölgenin Orhan Ayhan büyüğümüzün de ilgi alanı olduğunu yıllar sonra öğrendik. Ne de olsa İstanbul Erkek Liseli. Nerede o Barbunlar? Şimdilerde parmak kadarları Şarköy ve Mürefte'de kaldı. Trolle kazıya kazıya soylarını tükettik. Beykoz'un Kalkanı, Arnavutköy'ün gezgin Lüferi, Adaların Levreğini yakında sadece ansiklopedide görebileceğiz.
Bostanlar
Gazeteci ağabeyimiz Ahmet Çavuşoğlu'nu yakın zamanda kaybettik. Soyu sopu Arnavut ama "İstanbul'un yerlisi". Gazeteden çıkınca bizi mutlaka Yedikule'ye sokardı. İlla o marullardan alacaktı. Bulabilirse kırmızı ve siyah turpları ihmal etmezdi. Bu trafik 1975'ten vefatına kadar devam etti. Bostanların arka tarafında bulduğumuz Amerikan salatasını -İceberg Lettuce- bile görmezden gelirdi. Ahmet ağabeyin ruhu rahmet istedi galiba. Şimdilerde Langa'nın polis copu gibi hıyarlarını gören var mı? Yetiştikleri yerde artık futbol sahası var. Tıpkı Arnavutköy'ün Osmanlı Çilekleri gibi. İlle de bunları yiyeceğim diyorsanız Karadeniz Ereğlisi'ne gitmek zorundasınız. Sakın ha "Çilek festivali"nde uğramayın. O dönem buradaki sandıkların üstünde "Tarsus" yazılarını görürsünüz.
***
NOTLAR: Engin Boğday'ın "Darbe tehlikesi geçti mi?" başlıklı yazısı mükemmel. Ancak uzunluğu çok fazla. Sayın Boğday'dan ricam ölçüyü kısaltması. Doç. Dr. Göktan Ay'ın "Sanat yazılarına başlamadığım" yolundaki sitemine katılıyorum. Gerekçem yaşlılık. Haşim Şenyiğit'in Aziz Yıldırım'a övgüme tepkisini saygıyla karşılıyorum. Gördüğü gibi hemen peşinden Yıldırım'la ilgili eleştirimizi de kaleme aldık. Tarafsızlık prensibimiz.