Osmanlı Arşivi'nde yönetim kalamaz!

Rejim/sistem değişince, devlet de yeni rejime/sisteme göre şekillendiriliyor. Yeni Osmanlıcı ve üstelik "İslâmcı", her biri başka başka cemaat fraksiyonlarından gelmiş zümreler, ele geçirdiklerini düşündükleri kurumları dizayn ederken taktik hata yapıyorlar.

Osmanlı ve Cumhuriyet arşivi dairelerinde, yılların uzmanlarını bir gecede dağıttılar. İlgisiz kurumlara, merdiven altlarına gönderdiler. İlmî çalışma yürütmüş uzmanlar yaban kurumlarda ne yapabilirler? Kendilerini çıplak hissedeceklerdir; ne oturabilecekler, ne kalkabilecekler, ne bir iş görebilecekler.

Devleti yöneten partiyle uyumlu, partinin başındakiyle "dava arkadaşlığı" etmiş kişiler bile "Olamaz, olmamalı böyle bir şey! İlme de zarar verir, partiye de zarar verir." dediler.

"İlim"in pek ilgilendirdiğini sanmıyorum ama "parti" deyince akan sular duruyor. Hiç kimse "parti"nin önüne geçemez!

Teorikte ve pratikte biliyorum. Eski komünist ülkelerde epey zamanım geçti. "Parti" her şey demek. Hele başlarında "karizma" yükledikleri bir "şahsiyet" de varsa, asla bir söz edilemez.

Özbekistan'da, Taşkent'te, ünlü yazar Şükrullah'ı (1921 doğumlu) ziyaret etmiştim."Kefensiz Gömülenler"in yazarı. Sovyetler döneminde bizzat yaşadıklarını anlatır. Hapse atılmış, sürgüne yollanmıştı."Kefensiz Gömülenler"i okurken "Olmaz bu kadarı!" diyor, isyan ediyorsunuz. Şükrullah, Stalin ölünce, serbest kalıyor. Yine hep takip ediliyor. Komünist Parti'ye girmesi isteniyor ama o direniyor. (Bana, 1960'lı yıllarda devletin başındaki Şeref Raşidov'un çok ısrar ettiğini anlatmıştı.)

Şükrullah bir başka yazardan bahsetmişti. Partiye girmeyi o kabul etmiş ve rahata ermiş! Yanlış hatırlamıyorsam "Ahmet"ti adı. Onu da aradım ve buldum. Bütün ısrarlarıma rağmen konuşmak istemedi. Komünist Parti'ye direnenin başı dik, zilleti kabul edenin başı eğik.

Komünist partilerin yönettiği ülkelerle elbette Türkiye'yi kıyaslayamayız. Ama "parti devleti"nin ne demek olduğunu da bilelim. Hemen güneyimizde "Baas Partisi"nin ("Tek adam"ın da diyebilirsiniz) yönettiği devletlerin başına gelenleri iliklerimize kadar hissediyoruz. Bütün akraba vü taallukat, yârân partinin üst yönetimindeydi.

İlgisiz konuya girdik! Uzatmayalım.

Sonunda Osmanlı ve Cumhuriyet arşivlerinde yanlıştan dönülmeye mecbur kalındı. Ama 40-50 kadar idarî görevdeki memurlar gönderildi. Hâlbuki onlar da arşivlerin işleyişini kavramışlar, uzmanlarla uyum sağlamışlardı. Yöneticiler, yine de bir iş yapmış olalım, demek istemişler belli ki...

Bir problem var, hem de büyük bir problem. Böyle bir hatayı işleyen yönetim, hiçbir şey olmamış gibi, yerinde oturabilir mi?

Yönetim bir husumet tohumu ekmiştir. Hani ne derler, ambiyans bozulmuştur. Artık düzen tutturulamaz. İnsanlar, belki bir zaman yakın dostluklar da kurdukları yöneticilerin, aslında kendilerine diş bileyen içi başka dışı başka kişiler olduklarını gördüler. Dağılırlar... Kendilerini toparlamazlar; çalışma sistemleri bozulur.

Yeni bir yönetim, yeni bir ruh, yeni bir heyecan gerek.

Osmanlı Arşivi'nde milyonlarca belge gün yüzüne çıkarılmadığı müddetçe, hangi ülkede kim tarih yazarsa yazsın, eksik yazar. Bunun için "parti" bağı, "akraba" bağı değil; ilim bağı gerek.

Yönetim değişmelidir; ilim ve liyakat öne çıkarılmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları