Orduya saldırmanın dayanılmaz hafifliği

Bir askeri garnizona giren terörist Türk bayrağını nöbetçi askerin gözleri önünde indirmiştir. Nöbetçi asker seyretmiştir. Birden komutanlara yönelik çok ağır bir eleştiri, saldırı başlamıştır. Oysa aynı gün Diyarbakır-Lice yolunda PKK’lılar ile çıkan çatışmalarda iki PKK’lının ölmesi üzerine, olay yerindeki askerlerin silahlarına el konulmuş ve haklarında soruşturma başlatılmıştır. Bir başsavcıya sordum: “Bu uygulama mutat bir uygulama mıdır?” Aldığım cevap; “Hayır değildir. Yapılması gereken Lice savcılığının güvenlik güçlerinden gelen evrakı ve görüntüleri talep ederek, inceleme yapması, sonuçta takipsizlik vermesidir” oldu. Ve ekledi: “Bir vatandaşa silahlı saldırı olduğu zaman nefsi müdafaa hakkı var iken devletin kendisini ve vatandaşı koruması için eline silah verilen ve yetkilendirilen asker ve polisin elinden böyle silah alınmaz.”
Diyarbakır’da nöbetçi asker ateş etmemiştir çünkü kendisine ateş etmeme emri verilmiştir. Ona emri veren astsubaya ve astsubaya emir veren subaya da ateş etmeme emri verilmiştir. Bu emri onlar da 2. Hava Kuvvetleri Komutanı’ndan almışlardır. Peki, 2. Hava Kuvvetleri Komutanı neden böyle bir emir vermiştir?
Muhtemelen Diyarbakır’daki 2. Hava Kuvvetleri Komutanı da bir gece önce televizyonda haberlerde Diyarbakır-Lice yolu üzerinde kendilerine saldırılan askerlerin korunmak için ateş açmaları üzerine çıkan çatışmada iki PKK’lının ölmesi üzerine İç İşleri Bakanlığı’nın iki müfettişi Diyarbakır’a yollama kararı aldığını dinlemiştir. Komutan bilmektedir ki 1984’ten buyana Türk Ordusu’nun jandarmasının, polisinin yanında anasını, babasını, karısını, kızını ve oğlunu şehit verme pahasına çarpışan, PKK’nın en fazla canını yakan sekiz korucu son aylarda tek tek şehit edildiğinde İç İşleri Bakanlığı kılını bile kıpırdatmamıştır.
Üstelik, hava üssünün komutanı, 2007’den buyana Türk Ordusu’nun psikolojik ve hukuk görünümlü kumpasa nasıl maruz kaldığını görmüştür. O Komutan, Kardak’a bayrak asan Yunanlının milletvekili olduğunu, o bayrağı indirip yerine Türk bayrağı asanların hapishaneye atıldığını, işini kaybedenlerin Somali’de El-Kaide kokan operasyonlarl şehit edildiğini görmüştür.
Diyarbakır’daki komutan Türk Milletine ve Atatürk’e bağlı seçkin Türk subaylarının tasfiye edilmek için seks, uyuşturucu, vs. iftiraları ile bakire çıkan eskort kızlar aracılığıyla casusluk iddiaları ile yargılandığını, haksızca kirletilmeye çalışıldığını görmüştür. PKK’ya Cizre’yi dar eden kahraman bir subay olan Cemal Temizöz’ün Kayseri’de orduya sızarak komutanlarının imzalarını taklit edip sahte belge üreten iki astsubayı ortaya çıkarınca nasıl 16 faili meçhul cinayetten yargılandığını, üstüne Balyoz adlı sözde davanın içine atıldığını görmüştür. Balyoz ile Deniz Kuvvetleri’nde nasıl subay tasfiyesi yapılarak cemaate mensup subaylara yol açıldığını görmüştür.
Diyarbakır’daki komutan PKK ile savaşırken belkemiğine yediği kurşun ile sakat kalan kahraman komutan jandarma albay Abdülkerim Kırca’nın bir PKK’lının iftiraları ile hapishaneye düşmemek için nasıl kafasına kurşun sıktığını görmüştür. Kafasına kurşun sıkmayan bir başka kahramanın gözü, iç organlarını kaybeden devlet övünç madalyalı üsteğmen Serdar Öztürk’ün nasıl Ergenekon’dan hapishaneye yollandığını görmüştür.
Bence bütün bunlardan daha da kötüsü Diyarbakır’daki komutanın Harbiyelilere ne yapıldığını bilmesidir. Harbiyeli demek “ölmeyi kabullenmiş çocuk” demektir. Harbiyeli’yi anası babası, orduya emanet etmiştir. Ancak bir süreden buyana, babası subay olan, Kuleli’den Harbiye’ye gelen genç Harbiyeliler değişik gerekçeler ile Harbiye’den atılmaktadır. Emanet edilen çocuklara, genç Harbiyelilere sahip çıkamamak...
Özetle, bayrağı bir PKK’lı indirmemiştir. 2007’den buyana Türk Ordusuna komplo kuran, bu komploya yol açan, yardımcı olan, savcısı olan, basında destekçisi olan herkes, aynı zamanda müzakere sürecinin önünü açarak, PKK’nın bölgede iktidar oluşturmasına yardımcı olarak, ülkenin bölünme sürecine giden yolun taşlarını döşeyerek, bayrağın indirilmesinin yolunu açmışlardır.
Unutmayalım bunlar daha iyi günlerimiz. Müzakere sürecinin sonucu, Türkiye’nin Iğdır-Mersin hattının doğusunun bölünerek, Büyük Kürdistan ile birleşmesidir. Müzakere PKK’ya bu sürecin kapısını açmıştır. Tekrar başa dönelim: Neden Diyarbakır’daki komutan “ateş emri” vermemiştir. Çünkü ateş eden askerlerin silahlarını Türkiye Cumhuriyeti topluyor. Merak ediyorum, askerlerin silahlarını toplayanlar PKK’lıların silahlarını ne yapıyorlar? Sonuç olarak, orduya saldırarak, eleştirerek, neden sıkmadın diyerek işin kolayına kaçmayalım. Türkiye, PKK’ya ateş etmeyi yasaklayan bir AKP iktidarı tarafından yönetiliyor.

Yazarın Diğer Yazıları