Önce ubudiyet sonra teşvik

Koskoca Türkiye'de yeterli kâğıt üretilemiyor.

Hangi yayınevine gitseniz kâğıt sıkıntısından bahsediyor.

Kâğıdı dışarıdan satın almak zorundayız.

Dolar yükseldikçe yükseliyor ve ithalât zora giriyor. Şu acı gerçeği de öğrendim... Bazı ülkeler, sırf Türkiye zora girsin diye bize kâğıt satmakta nazlanıyor. İthalatçı bin ton istemişse, 500 ton gönderiyor.

Türkiye Matbaacılar Federasyonu Başkanı Ahmet Hüseyin Gürbüz "Dışa bağımlılıktan kurtulmanın yolu yerli üretimden geçer." diyor.

Her ürün için geçerli bir söz. Gelişmiş ülkeler, uzayda arsa parselliyorlar, biz hâlâ yerli otomobil ürettik, üretiyoruz, deyip duruyoruz ve elde bir şey yok!

Yol yap, köprü yap, kanalizasyon yap ama, önce Ar-Ge, önce fabrika!

Tarım ülkesi, hemen bütün tarım ürünlerinde dışarıya bağlı hâle gelmişse, ortada bir plansızlık ve hatta daha fenası, vurdumduymazlık var, demektir.

Bir şey beceremiyorsan, önce git, Van'ın Özalp ilçesine bağlı Dönerdere köyünü incele... Diyeceksiniz ki, Dönerdere ne alâka?

Zamanında bu köy çok dikkatimi çekmişti. Köye dair doktora tezleri yapıldığı gibi, çok sayıda makale de neşredildi.

Bu köy halkı Trabzon Çaykara'nın dik yamaçlı iki köyünden, kendi rızalarıyla 1960'lı yılların ilk yarısında buraya yerleştirildiler. Her şey bir plan dâhilinde yürüdü. Köylerinde zorlu tabiat şartlarıyla mücadele ede ede pişen ve engelleri aşmayı öğrenen insanlar Van'a gelince, dümdüz arazide neler yapılmaz ki, dediler ve işe koyuldular. O kadar sistemli çalışmıştılar ki, diğer köylere de örnek oldular. Daha Dönerdere örneğini öğrenmeden önce, Yemen'de, sarp kayalıklar arasında ürün yetiştirmeye çabalayan insanları görmüş ve çok hayıflanmıştım. Çünkü, dağları bırakalım, benim ülkemin hafif meyilli tepeleri bile bomboş. Ne ağaç dikiliyor, ne ürün yetiştiriliyor.

Neyi tutsan elinde kalıyor!

Hükûmet edenler işlerine gelmeyen konularda hiçbir açıklama yapmadıkları gibi, tartışılmasına kaş çatıyorlar; konuşanın sesini kısıyorlar, yazanın kalemini köreltiyorlar. Basın-yayın organlarını, bir ikisi hariç, etki alanları içine sokmuşlar. Kendilerine yaranan; "Konuşma!" dediklerini konuşmayan, "Yazma!" dediklerini yazmayan basın-yayın organlarını, başlarına kayyım getirdikleri şirketler vasıtasıyla besliyorlar. Hükûmet edenlere en çok övgü düzenler, kayyım şirketlerinden en çok reklamı kapanlardır. Kayyımın işlettiği bine yakın şirketten bahsediyoruz!

Kâğıt sıkıntımızdan, dışa bağımlılığımızdan, tarımdaki çöküşten hangi basın yayın organı bahsedebiliyor? İnceleyin!

Ahmet Hüseyin Gürbüz SEKA Kâğıt Fabrikalarının kapatılmasını kıyasıya tenkit ediyor. Ardından şu bilgileri veriyor:

"Kâğıt ve kartonların yüzde 90'ı yurt dışından ithal ediliyor. Türkiye'de bugün 5 kâğıt fabrikası yıllık 250 bin ton üretim yapıyor, tüketim ise 650 bin ton. Yurt dışından ithal edilen 400 bin ton kâğıt yerine mevcut fabrikaların kapasitelerinin arttırılması ve yenilerinin açılması gerek."

Matbaacıların Başkanı fabrika kurmaya da talip: "Devlet kuramıyorsa bizlere arazi versin, destek versin, teşvik versin, yol göstersin; tüm matbaacılar, yayıncılar, gazeteciler, kâğıt tedarikçileri hep birlikte fabrika kuralım ve işletelim." diyor.

Orada dur Ahmet Hüseyin Gürbüz! Önce ubudiyet sonra teşvik!

Yazarın Diğer Yazıları