"Öldüren Kucaklama"
"Öldüren Kucaklama" tabiri, öldürene kadar sevmek, sonra da 'kullanıp atmak' anlamında bir kavramdır. ABD'li tarihçi Tarpley 2013 yılında, AKP iktidarının Amerika ve İngiltere'yle olan ilişkilerini 'Öldüren Kucaklama' olarak tarif etmişti.
Tarpley, Türkiye'nin güneyindeki ABD'nin faaliyetleri ve ortaya çıkan manzarayı o dönemde şöyle anlatır: "Türkler, güney bölgelerinin tamamını CIA'ya devrettiler. Oralarda CIA başıboş, kontrolsüz dolaşıyor. İskenderun otellerinde CIA cirit atıyor... CIA, Adana yakınlarındaki İncirlik Üssü'nden, bölgeye getirdikleri teröristleri kullanıyor. Bunun Türkiye'ye dönüşü feci olacak".
O günler, 1. Ordu'dan bavullar dolusu belgelerin, Gölcük'te çuvallar dolusu evrakın çıkarıldığı, Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in, Genelkurmay'ın en mahrem yerinde yaptığı konuşmaların çarşaf çarşaf gazetelerde yayınlandığı günlerdir. Başbakanlıkta böcekler bulunuyor, Dışişleri konutunda yapılan gizli toplantılar dışarıya servis ediliyordu.
Kimse 'Türkiye'de istihbarat ne iş yapıyor' demiyor, hiç kimse şaşırmıyor, hayret etmiyor ve yetkililer de gereğini yapmıyordu.
Yağmurdan kaçarken...!
'Kapını kilitli tut, komşunu hırsız tutma' bir Türk atasözüdür. Sarraf olayında iktidar kapıyı her türlü iç ve dış etki ajanının faaliyetine açık bırakmış, Türkiye'nin aleyhine kullanılacak her türlü kanıt düşman unsurların eline verilmiş, sonra da ortaya çıkan durumlardan yakınılır olmuştur.
AKP iktidarı, 'Kemalist vesayet, askeri vesayet, yargı vesayeti, bürokratik vesayetten kurtuluyoruz' diye devletin iç ve dış güvenliğini CIA güdümündeki FETÖ'nün vesayetine terk etmişti. 2010'da yapılan anayasa değişikliği sırasında FETÖ'cü unsurlarla birlikte mezardakileri bile kaldırıp oy kullandırtmışlar sonuçta aynı menzile birlikte yürüdüklerini söyledikleri FETÖ'ye HSYK'yı teslim etmişlerdir.
Bu sözüm ona Kemalist vesayetten kaçarken FETÖ'nün vesayeti altına girmek gibi bir sonuç doğurmuştur. Buna Anadolu'da "yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak" denir.
Rıza Sarraf Davası!
FETÖ unsurları, HSYK'da elde ettikleri güçle TSK'nın Kozmik odasına -iktidardan da destek alarak- girmiştir. FETÖ unsurlarının buralardan sağladıkları bilgi, bulgu ve kanıtları CIA'ya teslim ettiğini anlamak için Rıza Sarraf Davası'nı beklemek gerekmiştir.
Bu davanın savcısının elinde FETÖ'cü unsurların verdiklerinden daha fazla bilgi, belge, bulgu ve kanıt olduğu da ortaya çıkmış bulunmaktadır. Delillerin çoğu FETÖ tarafından temin edildiği bilinmektedir. Ancak FETÖ'nün sağladığının dışında daha başka bilgilerin de diğer istihbarat servisleri tarafından temin edilmiş olduğu ihtimali yüksektir.
Yalnız FETÖ değil, NBD, NSA, MOSSAD ve CIA'nın da içinde olduğu Türkiye'ye odaklanan istihbarat servislerinin hükümet üyelerini ve diğer stratejik merkezleri dinlemiş olduğu anlaşılmaktadır.
Belki de ABD'li savcının elindeki belge ve bulgular Türk yetkililerin ve istihbaratının elinde yoktur. Unutulmasın ki, ABD'li tarihçi Tarpley 'CIA başta olmak üzere çeşitli istihbarat servisleri Türkiye'de cirit atıyor' demişti.
Sarraf Davası siyasidir!
Kanıtların hukuksuz dinleme ya da takiple elde edilmiş olması çok da önemli değildir. Zira 27 Kasım'daki jürili duruşmada, FETÖ'nün 17-25 Aralık döneminde yaptığı yasa dışı dinlemelerin delil olarak kabul edilmesine karar verildi.
Davanın hukuki yönden gerçekte kıymeti yoktur. Çünkü dava hukuki değil siyasidir. Rıza Sarraf üzerinden Türkiye'nin PYD, Rusya ve İran'la olan ilişkileri yargılanmaktadır. Sonuçta emperyalist uygulamada ABD'nin işine gelene hukuk denir.
İşin en önemli yanı T.C. Devleti'ni yönetenlerin bu denli derin açığı nasıl verdiğidir. Millî güvenliğin nasıl kevgir haline getirildiğidir. Yoksa "ABD, egemen başka bir devletin bakanını nasıl, hangi hakla dinledi ve hangi anayasal meşruiyete dayanarak bunu dava konusu yapabildi?" sorusunu sormanın ABD ile Türkiye gibi güçler arasında asimetrik açıklığın bu kadar fazla olduğu yerde karşılığı yoktur.