Nereye varır tartışmalar?
Kemal Kılıçdaroğlu, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı’yı “hukuk adamı” diye misal veriyor.
Recep T. Erdoğan hemen fırsatı yakalamış: “Hüseyin Nail Kubalı 27 Mayıs Darbesinin hukukî zemini için çalışanlardan biri.” diyor ve ardından ekliyor:
“Bu şahıs 27 Mayıs öncesi ve sonrasında bir hukuk adamına yakışmayacak şekilde demokrasinin askıya alınması için rolünü iyi oynadı, vazifesini gayet iyi yaptı.”
Kılıçdaroğlu TBMM grup toplantısında şunları söylemişti:
“Tarihten örnek vereceğim. Bugün makamlarında oturan savcılara hâkimlere örnek olması açısından. 1958’li yıllar, Şubat 1958. Büyük baskılar var. Hukuk askıya alınmış, demokrasi askıya alınmış. CHP’nin mal varlığına el konuluyor. CHP Genel Sekreteri cezaevine atılıyor. Bir yürekli kişi Hüseyin Nail Kubalı, demokrasi hukuk konusunda endişelerini dile getiriyor. Hukuk fakültesinde profesör olarak görev yapıyor. O zaman üniversitelerin özerkliği yok. Sen misin bahseden, okuldan alıyorlar, millî eğitimin kadrosuna çekiyorlar. Toplum tepkisi oluşuyor 40 gün sonra iade ediliyor.”
Bunların hepsi doğru ama ne olursa olsun Kılıçdaroğlu kötü örnek verdi. Kubalı 27 Mayıs 1960 Darbesine “hukukî” zemini hazırlayanların başında geliyor. Menderes’le karşı karşıya gelmesinin hıncıyla mı, darbecileri haklı gördü?
1961 Anayasasını hazırlayan diğer yedi hoca da Kubalı gibi... Dönemin kamplaşması derin...
Bugünkü cepheleşme ise eskiyi aratıyor. Hükûmet edenler, “bölücüler”le masaya oturuyor, her istediklerini veriyor. Ülkenin bir bölümü âdeta başkalarına teslim edilmiş. Rüşvet, yolsuzluk Cumhuriyet tarihinde görülmemiş cesâmette... “Yandaş” hâkimler, savcılar bulunarak vahametin üstü sıvanmak isteniyor. 16 bin devlet görevlisi yerinden edildi; çoluk çocuk perişan. Hayalî düşmanlara kılıç sallanıyor; millet şaşkın. Ya “Ergenekon”, ya “Balyoz”, ya “Casusluk” davaları?! Örnekleri Stalin, Hitler iktidarlarında, bir de bugünkü Kuzey Kore’de vardır.
Öyle bir başbakan ki, sadece alkış istiyor. Kendisinden olmayana asla tahammül edemiyor. Havuz basın-yayın organları oluşturularak “Demokrasi=R. T. Erdoğan” zihinlere kazınıyor.
Kubalı’nın bir doğrusu: Hoca ders verirken alkışlanıyor:
“... Evvelce de birkaç defa söylediğim gibi, ellerinizi alkışa alıştırmayınız. Bir alkış, yerinde sarf edilmezse fayda yerine zarar tevlit eder. Çünkü yerinde sarf edilmeyen alkış, alkışlayanı riyaya, alkışlananı da hataya sürükler.” (Milliyet, 8 Ocak 1958).
R.T. Erdoğan, acaba Hoca’nın bu sözlerinden ders çıkarır mı?! AKP’li Burhan Kuzu, Kubalı’nın “nedâmet”ini nakletmiştir:
“Kubalı Hoca, bir gün üniversiteye geldi. Ben de orada asistanım o zaman, emekli olmuştu hoca. Yanına yaklaştım. ‘Hocam ben Yassıada duruşmalarını okudum, yani sizi buraya tıkan güç böyle davranmanızı istiyor şeklinde iddialar, bir yığın şeyler, savunma hakkı oldukça kötü diye şeyler söyledim. Bu dosyadan idam çıkmaz dedim, benim gördüğüm bir hukukçu olarak. Sonra sağa sola baktı dedi ki, ‘Çocuk, biz onları katlettik.’”
Kubalı şairdir. 1924’te daha lise son sınıftayken yazdığı “Nefes”in ilk dörtlüğünde: “Allah’a kul olduk kalu belâda / Yalnız bu yolda ikrarımız var; / Üç günlük ömür için kahbe dünyada / Kula kul olmamak kararımız var,” diyor ama 27 Mayıs’ta olanlar?...