Nefesine dinamit konulan ülke!..
Sağır sultan bile duydu, yalnızca tarımsal açıdan değil, artık hiçbir konuda "kendi kendine yeten 7-8 ülkeden biri" değil Türkiye!..
Yaşamın her alanında tükeniş devam ediyor bu coğrafyada, hem de bizzat insan eliyle... Gafletle, dalaletle ve de en önemlisi sınırsız, pervasız, zalimce bir ihanetle... Çünkü her köşede, her alanda nefesine "dinamit" (!) lokumu yerleştiriliyor bu ülkenin!!!
Gerçekler acı da olsa, sözün özü nettir; Kendi ayağına kurşun sıkılmayan bir mecra kaldı mı acaba bizim topraklarda?..
Harcanmadık, bozulmadık, sarsılmadık, kirlenmedik, vurulmadık, biçilmedik, yozlaşmadık ve yakılmadık-yıkılmadık bir alan var mıdır bu memlekette?..
Son 15 yılın en çok kahreden, yaşamla ilgili fotoğraflarını şöyle bir gözlerinizin önüne getiriverin... Neler harcanmadı ve neler yok yere tahrip edilmedi bu güzelim coğrafyanın neredeyse her köşesinde;
Halkın "nefes" aldığı ormanlar mı, sahiller mi, parklar mı, koylar mı, dağlar mı, vadiler mi, köyler mi, yoksa insanlığın ebediyen umudu olan tarım alanları mı?..
Herkes farkında; Siyasetin ranta ahlaksızca hizmet ettiği ülkelerde, sosyo-ekonomik yozlaşmalar yalnızca ulusal kaynakları yok etmiyor;
Türkiye gibi ülkelerde ise rant avcılığı tarihi, kültürü, doğayı, tarımı, denizi ve sahilleri de vuruyor ki, bir ülkenin geleceği açısından en acısı da bunlar olsa gerek?..
Evet; Bizim coğrafya son yıllarda ne yazık ki tarihine, toprağına ve güzelim doğasına zulmeden ülkelerin başında geliyor artık...
İşte, havaalanları ve otobanlar için milyonlarca ağaca kıyılmadı mı bu ülkede?..
Site yapmak için Bakırköy gibi ilçelerde, kumsalın üzerine apartmanlar dikilerek oksijenin önüne beton duvarlar çekilmedi mi?.. Hırsızlar bu rezilliğe göz yummadı mı?..
Esenyurt gibi rant cehennemlerinde doğa pervasızca ve acımasızca katledilerek, insanlar beton karanlığına mahkûm edilmedi mi?.. Vurguncular cebini doldurmadı mı?..
Doğaya birazcık duyarlı olan her canlı, insan-kent ikileminde şiddetle dayatılan yıkım ve yozlaşmadaki çıkarcılığın, acımasızlığın ve ihanetin farkındadır... Ve bu ihanetin gerçekleri, ne yazık ki çöküş ve tükenişle ilgili yeni sayfalar açmaktan da geri kalmıyor!..
****
Hasankeyf'in kalmadı!..
Baştaki sorunun yanıtını verelim; Dünyanın en güzel coğrafyasında yeşilden doğaya, sanattan kültüre ve kent dokusundan geçmişin izlerine kadar sırtından hançerlenmedik mecra kalmadı bu ülkede?..
Bu ülke, nasıl tarımını yitirerek her alanda dışa bağımlı olduysa, milyonların üzerinde yaşadığı topraklar da rant uğruna barbarca heba edilerek; insanlık kirliliğe, yokluğa, kuraklığa ve doğa erozyonunun tüketen zulmüne mahkûm edildi...
İşte, doğa katliamının en çarpıcı görüntüleri, İstanbul'un üzerinden uçakla geçerken göze çarpar... O kahredici çirkin manzaralar eski İstanbul fotoğraflarıyla karşılaştırıldığında yüreklere büyük acılar verir...
Gökyüzünden bakarken, zihinlere kazınan ürkütücü fotoğraflardan yansıyan yeşil noktalar ne yazık ki askeri alanlar ve mezarlıklardan başka bir şey değildir!..
Diyeceksiniz ki, yukarıdaki satırların tamamı neyin isyanıdır acaba?.. O halde yanıtını tarihin tam da içinden verelim;
Artık hepimizin gördüğü ve ne yazık ki birkaç küçük "çevreci" eylem dışında tepki gösterilemeyen doğa ve kent yıkımları, tahribatlar ve tükenişler öylesine sarsıcı alanlara sıçradı ki, gerçekten akıllara durgunluk veriyor...
Batman'da her yıl yüz binlerce turistin görmek için akın ettiği "Hasankeyf"te, antik mağaraların dinamitle yerle bir edilmesini unutmadık sanırım... Keyfi kalmadı artık o gizemli yerlerin...
Peki; önceki gün Urfa'dan, hem de tarihin tam da göbeğinden (!) yükselen, "hoyrat" isyanı gibi "imdat" çığlığına ne demeli?..
Hele de o çığlık, insanlık tarihinin en eski mabedi olarak kabul edilen ve 12 bin yıldan fazla geçmişi olan Göbeklitepe gibi eşsiz bir hazinenin bağrından yükseliyorsa, yazının başındaki ilk soruya dönmemiz gerekiyor; "Kendi ayağına kurşun sıkılmayan bir mecra kaldı mı bu ülkede?.."
***
Tarihin göbeğine (!) hançer!..
Urfa gibi, bir zamanlar terör ve göç tahribatı nedeniyle sarsılan, GAP'taki gecikme nedeniyle sanayinin gelişmediği ve umudunu şanlı geçmişiyle turizme bağlayan bir kentte, kültürün üzerine "beton" dökülmesi nedeniyle yankılanmaktadır çığlıklar!..
Göbeklitepe'yi gün yüzüne çıkartarak tüm dünyaya tanıtan ve geçtiğimiz yıllarda yaşamını yitiren Alman arkeolog Klaus Schmidt'in eşi Çiğdem Köksal Schmidt'in sosyal medyadan yükselttiği şu çığlığı duyan olacak mı acaba;
"Burası Göbeklitepe... Taze beton dökülen alanın yanı başında görülen F yapısı (Kaya tapınağı) adını verdiğimiz, üzerinde iş makinalarının eze eze bitiremediği alan da neolitik döneme ait mimari kalıntıların üç metre ilerisinde, yüzeyde bir şey görmeyince altında da bir şey yok sanıyorlar. Orada 15 cm. derinlikte anakaya üzerinde neolitik döneme ait izler var. 2013 yılında başlayan ahşap yürüme yolu projesinin bir kısmını sökmüşler. SİT alanına kesinlikle beton dökmeyiz, asfalt yapmayız demişlerdi Klaus hayatta iken. Onun yapılmasını istemediği, Göbeklitepe'yi tahrip edeceğini bildiği her şeyi koştura koştura yapıyorlar. Göbeklitepe'yi ziyaret ettiğimde nasıl hızlı bir tahribat vardı anlatamıyorum. Bir tane arkeolog, Bakanlık temsilcisi, müze görevlisi yok alanda."
Kültür Bakanlığı istediği kadar "beton" meselesini yalanlasın, hoyratlığı, özensizliği gösteren fotoğraflar her şeyi anlatıyor...
Evet; Urfa zaten GAP'tan kaynaklanan göç yüzünden plansız yapılaşmanın tarım alanlarını katlettiği, yani altın yumurtlayan tavuğun bereketli topraklar üzerinde kesildiği bir şehir haline gelmişti...
Ancak orada; kültür-sanat-tarih tahribatı, Harran, Halfeti, Germüş köyü ve diğer ören yerlerinden sonra Göbeklitepe'ye kadar gelmişse söylenecek söz bellidir; Urfa'da yalnızca tarihin göbeğine (!) hançer saplanmıyor, kent aynı zamanda tek kurtuluşu olan "turizm" alanında da kendi ayağına kurşun sıkıyor... Çok yazık!..