Ne zaman imam-hatip dediyse, bir şey gizledi!

Yeniçağ’ın Ankara temsilcisi Ahmet Takan, Ankara’nın gerçek gündemini yansıtan önemli haberler veriyor. Son olarak “başkentte güvenlik koridorlarına ulaşan istihbarat bilgisi”ni paylaştı:

“Terör örgütü PKK, Nisan ayından sonra büyük bir ayaklanmaya hazırlanıyor. Kobani’nin ele geçirilmesinden sonra tekrar Kuzey Irak’a geçecek olan PKK ve PYD unsurları, Türkiye’yi vurmak için hazırlık yapıyor. Ayaklanma ile Birleşmiş Milletler davet edilecek.”

***

Birleşmiş Milletler’i kim davet edecek? Bu bilgiye göre PKK ve PYD değil mi? Fakat 2010 yılında, “dönemin başbakanı” Tayyip Erdoğan, Toronto’da yaptığı açıklamada, NATO’yu Kandil Bölgesi’nin kontrolü için göreve çağırmıştı.
Tayyip Erdoğan, 2012’de de Suriye sınırındaki olaylar sebebiyle “NATO sınırımızı korumak durumundadır” diye açıklama yapmıştı. Israrla bölgeye Amerikan ve İngiliz askerlerini sokmak istiyordu. Yine aynı sınır hattına mayın temizleme bahanesi ile bir İsrail firmasını yerleştirmek için yasa bile kabul ettirmişti!
NATO’yu Kandil’e davet etmek, NATO’yu Güneydoğu’ya davet etmek anlamına geliyordu. Biz o sırada. “ABD’nin ’NATO’yu davet et’talebinin gereğini yerine getirmek, kale kapılarını düşmana açmak gibi bir eylemdir!” yorumunda bulunmuştuk.
Çünkü biliyorduk ki 1991 yılında, Çekiç Güç de böyle gelmişti!
Çekiç Güç, aslında ABD’nin göndermek istediği bir kuvvetti ama daveti, Turgut Özal’a yaptırmışlardı.
Çekiç Güç, Kuzey Irak’ta bugünkü yapılanmanın temelini attı, Barzani ve Talabani kuvvetlerini koruyup besledi, aralarındaki sorunları giderdi, bugüne getirdi.
Aradan 16 yıl geçtikten sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Irak’ın kuzeyindeki yapılanmanın Çekiç Güç marifetiyle kurulduğunu, dolayısıyla bu kararın Türkiye adına çok büyük bir hata olduğunu söyledi!
Şayet 1 Mart 2003 tezkeresi de TBMM’den geçseydi, 80 bin kişilik Amerikan ordusu, Türkiye topraklarına yerleşecekti! Yani AKP’nin davetiyle, Irak’tan önce Türkiye işgal edilecekti.

***

2010 yılında NATO’nun stratejik belgelerinde ve Lizbon bildirisinde, balistik füzelerin veya nükleer bombaların teröristlerin eline geçebileceği gibi bir tehditten bahsediliyordu.
Biz 23 Kasım 2010 tarihinde, bu bildiriyi “ABD, tıpkı 11 Eylül saldırısında olduğu gibi önce bir terör örgütü saldırısı planlayacak, sonra da NATO’nun yeni misyonu gereği, olayın yaşandığı bölgeye müdahale edecek. NATO, bugün kabul edilen stratejisi ile Kuzey Irak’a da Güneydoğu Anadolu’ya da müdahale edebilir” diye yorumlamıştık.
İşte Suriye’de IŞİD diye halifelik misyonu da yükledikleri bir örgüt geliştirerek, her zaman uyguladıkları bu basit yöntemle Müslümanlara karşı saldırı başlattılar. IŞİD, böylece, bölgeye müdahale için ABD’ye tartışılmaz bahaneler verdi...

***

Türkiye, tıpkı Osmanlı’nın son döneminde, İngiltere ve Fransa’nın Balkanlar’a müdahale için gerekçe oluşturması gibi bir süreç yaşıyor. Türkiye’yi bölünmeye götüren bu sürece, halkı kandırmak için “çözüm süreci” diyorlar.
Erdoğan ise “Amerika’yı kim keşfetti?” tartışması ile aslında ne yapmakta olduğunu halka unutturmak istiyor. Yine imam-hatip tartışması açarak, gündemi meşgul etmeye çalışıyor. “2002-2003’te 440 imam-hatip lisesinde, 64 bin 500 öğrenci şu anda ise 2 bin 638 okulda, 983 bin öğrenci eğitim-öğretim alıyor” gibi itiraflarda da bulunuyor. Türkiye’nin 983 bin imam-hatibe mi ihtiyacı var? Onun cevabını vermiyor. Ama halkı bu ninnilerle beşikte uyutur gibi uyuttuğunu zannediyor. Ne zaman imam-hatip tartışması başlattıysa, Amerikan baskısı ile aldığı bir kararı gizledi. İşte şimdilerde Amerika’nın baskısı, özerkliğin kabulü ve Öcalan’ın serbest bırakılması üzerine...
Türklerin uyuyup uyumadığı ise daha belli değildir!

Yazarın Diğer Yazıları