Muhalefet nerede yanlış yapıyor?
Türk siyaseti, geleneksel kalıplarla, geleneksel söylemlerle şekillendirilemeyecek bir hüviyete bürünmüş durumda.
Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, muhalefet partilerine nazaran avantajlı bir konumda. Çünkü "lider" ve "örgüt" yapılanması bakımından ciddi bir mesafe kat edildi.
CHP, MHP ve İYİ Parti'yi esas aldığımızda en büyük sorunun örgütlenme yapılarında ortaya çıktığını görüyoruz.
Genel Başkanların her adımı, her hamlesi ve her yaptığı sürekli olarak eleştiri sebebi oluyor. Eleştiriler elbette olacak, olmalı da… Ancak bu eleştirilerde büyük yöntem hataları yapılıyor. Örneğin Ankara Çankaya'nın Bahçelievler mahallesindeki parti üyesi de genel başkanın her hareketi ya da söylemi hakkında fikir beyan edip, eleştiriler geliştirebiliyor.
Bu eleştiriler öyle bir boyuta ve noktaya ulaşıyor ki genel başkanların her hamlesi bir eleştiriye dönüşüyor. Teşkilatlanma, örgütlenme üzerine kafa yorulacağına, bol dumanlı kapalı kapılar ardında dedikodular, bel altı vurmalar, yakıştırmalar yapılıyor. Bu durum bir süre sonra "günlük rutin parti faaliyeti" halini alıyor.
Sonra bir bakmışsınız mahallesinde sandık görevlisi bile bulamayan ilçe başkanları, genel başkanın bir numaralı karşıtı olmuş.
Bu durum muhalefetteki tüm partiler için geçerli...
Ak Parti'nin örgütlenmesine bakıldığında böyle bir durumla karşılaşılmıyor. Dedikodular, eleştiriler elbette var. Ama bu söylemlerde otokontrol mekanizması gelişmiş, hiyerarşik yapıya uygun bir seyir var.
Örneğin Erdoğan'ın 16 yıllık yönetimi boyunca açıkladığı her kabinede çok önemli değişiklikler yaşandı. Birçok bakan milletvekili bile yapılmadı ama bu kişiler, partileri için çalışmaktan geri durmadı. Yıllar geçti tekrar bakan oldular, çeşitli kurumların başına atandılar.
Muhalefette durum öyle mi? Bırakın bakanlıktan alınmayı, milletvekili olacağı ili beğenmiyor, vekil seçilse il teşkilatıyla kavga ediyor ve bunları açıktan dedikodu malzemesi haline getiriyor. İl teşkilatları da vekillerini beğenmiyor, sürekli bir tatminsizlik hali. Çünkü samimiyet eksikliği var.
Örgütlenmenin, teşkilatlanmanın çekirdek birimi olan mahalle temsilciliklerinden konuya başlamak gerekiyor. Hiçbiri sorgulanmıyor, denetlenmiyor ve başaramadıkları için hesap vermiyorlar. Bundan dolayı da bol bol dedikodu üretiyorlar.
Sandık görevlisi bulamayan kişinin il, ilçe başkanı olduğu bir yapıda başarıya ulaşmanız mümkün değildir. Öte yandan bu hallerine bakmaksızın her fırsatta parti ve genel başkan eleştirisi yapanların iyi niyetlerinden şüphe edilmesi gerekiyor.
***
Küresel firmaları düşünelim. Coca Cola, Microsoft, Nike, Apple, Ford, Opel, Mercedes, BMW, Mc Donald's... Aklınıza gelenleri sıralayın...
Oradaki çalışanlardan biri olduğunuzu varsayalım. Hatta üst düzey yönetici konumuna yükseldiğinizi hayal edelim. Şirket CEO'su müşteriler memnun olmasına rağmen çok tutulan bir ürünü kaldırma kararı alıyor ya da ürün içeriğinde değişikliğe gidiyor. Bu durum karşısında tüm çalışanların "O ürünü kaldırmakla büyük hata yaptı, işimiz artık çok zor, bundan sonra başarı gelmesi mümkün değil, CEO gitmeli" gibi söylemlerle işlerini yapmama lüksleri var mı? Onların görevi, bulundukları pozisyonda en iyisini ortaya koyabilmek, şirketin almış olduğu kararlara uymak.
Siyasette de çok uluslu firmaların profesyonel örgütlenme yapısını benimseyenler kazanıyor.
AK Parti de bu örneklerden biri. Erdoğan birkaç sene öncesine kadar bugünden çok farklı söylemler içindeydi.
Daha somut örnekler üzerinden gidelim. Çözüm sürecinde PKK'ya "terör örgütü" demek, Öcalan'a "bebek katili" demek suç haline gelmişti. Türkiye her yönden büyük bir dönüşüm yaşıyor ve bu durum siyaseti de yakından etkiliyordu.
Ama o dönem AK Parti'nin içinde tek bir çatlak ses olmadı. Herhangi bir il veya ilçe başkanının "Kardeşim biz PKK ile masaya oturamayız" diyerek istifa ettiğini ve muhalefet saflarına katıldığını duyanınınız oldu mu?
FETÖ konusuna bakalım. Bir dönem devletin en üst noktaları koşulsuz şartsız bu gruba teslim edilirken, "Yahu biz bu şekilde yol alamayız" diyen bir milletvekili oldu mu?
AK Parti konjonktüre, küresel gelişmelere göre pozisyon alıp, lider söyleminde siyahtan beyaza, beyazdan siyaha geçiş gibi keskin değişimler yaşarken teşkilatları fire vermiyor. Aksine teşkilatlardan hesap soruluyor.
AK Parti'nin örgütü tıpkı çok uluslu şirketleri andırıyor. Yönetimin aldığı kararları sorgulamak yerine bulunduğun pozisyonda "en yüksek oyu nasıl alabilirim, en çok kişiye nasıl ulaşabilirim" sorgulaması yapılıyor.
Kimse çıkıp da "Yok Erdoğan kendisine çeki düzen versin, söylemlerimize dikkat edelim" demiyor.
***
Genel başkanlarını kurultayda seçip, sonrasında her fırsatta eleştirip, hiçbir şey yapmayan sözde siyasetçilerle yol yürümek gerçekten çok zor.
Bunun aşılabilmesi, muhalefet partilerinin başarıya ulaşabilmesi için, yöntemde değişikliğe gitmeleri gerekiyor.
Zaferin en büyük anahtarı, lider karizmasıyla birlikte örgütlenme başarısıdır. Örgütlenmeyi, kahvehaneye gidip, oyun oynamaktan ve dedikodu yapmaktan başka bir özelliği olmayan kişilerle kurarsanız ilerlemeniz çok güçtür.
Lider, genel başkan elbette sorgulanır ve sorgulanmalıdır da. Ama öncelikle partinin en küçük birimindeki görevlinin aynaya bakması "Ben ne yaptım" demesi gerekiyor.
Hangi partiye bakılsa bol dedikodu, bol eleştiri... "Peki sen ne yapacaksın ne yapılmasını öneriyorsun, nasıl bir formülün var" dediğinde ortada kimseyi bulamıyorsun. "Ortaya bir proje koy" desen dosyasını bile hazırlayamıyor, "kaç üyen var" diyorsun sayısını bilmiyor.
Bu yüzden muhalefet başarıyı amaçlıyorsa öncelikle örgütlenme zihniyetini değiştirmek zorunda. Genel başkanlar da istişareye açık, örgüt içi iletişimi kuvvetlendiren ve gece gündüz teşkilatları düşünen bir şekilde hareket etmeli.
Yoksa bir 16 yıl daha "Erdoğan şöyle kötü, böyle kötü" diyerek siyaset yaparlar.