Milliyetçi gencin mektubu
Torpil, rüşvet, adam kayırma, kadrolaşma; gelişmemiş/gelişmekten uzaklaşmış devletlerin en temel sorunudur.
3. Dünya Ülkeleri olarak adlandırılan devletlerin yöneticileri "ideolojik, etnik, dilsel" farklılıkları gözeterek kadrolaşırlar.
Bu durum, devleti yönetmeyi bir geçim kaynağı olarak gören, 'iktidardan düşersem benim başıma gelmeyen kalmaz' düşüncesinde olan özgüveni eksik yönetici modellerinde daha sık görülür. Çünkü yaptıkları siyaset, hukuka aykırıdır.
Bu ülkelerde 'hesabı verilemeyecek eylemler' sistematik bir hâl almış, otoriterleşme hız kazanmış, basın özgürlüğü ortadan kalkmış, askeri müdahaleler sıradanlaşmıştır.
Hukuk devletinin yerini, şahıslar ve partilerin doğruları/yanlışları almış, liyakat sistemi ortadan kalktığı için, kamu kadrolarına partiler hâkim olmuştur.
Türkiye'de de yıllardır benzer bir tablo yaşanıyor. Sadece AKP döneminde değil, öncesinde de liyakat sistemi hiçbir zaman tam olarak işlemedi. Hukuk hep tartışıldı. Devlet kurumlarının sınırları tam olarak belirlenemediği için siyasi erklerle yönetim erkleri birbiriyle çatıştı.
Ancak son yıllarda yönetim erkleri dışında cemaat ve tarikatların devlet sistemine sızması adeta bir kaosa yol açtı. Mafyalar, aşiret ağaları, cemaat ve tarikat liderleri alternatif güç odaklarına dönüştü. Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar etnik ve mezhepsel kadrolaşmalar yaşandı.
Son 15 yılın ötekileştirilen topluluklarının başında da ne yazık ki "milliyetçiler" geliyor. Siyasi iktidarın, Cumhuriyet'in temeli olan "Türk milliyetçiliği" düşüncesiyle kavgalı oluşu, milliyetçi kadroları da sistem dışına itti.
Burada söz konusu olan "milliyetçi"lerin devlet kadrolarına egemen olması düşüncesi değildir. Aksine herkesin hak ettiği yerlere herhangi bir engelleme ile karşılaşmadan girebilmesidir. Ancak özel harekatçıların bile "sarkık bıyıklı faşist" olarak değerlendirildiği bir süreçten geçti bu ülke...
Hâl böyle olunca Cumhuriyet'in temel dinamiği olan Türk milliyetçiliği düşüncesine vebalı muamelesi yapıldı.
Milliyetçi bir gencimizin gönderdiği mektup tüm sözlerden daha vurucu aslında...
"Ben bir ailenin tek çocuğuyum. Bir annem bir babam var. Gençlik yıllarımda Ülkü Ocakları'nda yer aldım. Eskişehir'de hep Türk Ocağı'na gittim.
Okuduğum bölüm tarih. Formasyon da aldım.
İki kez PMYO, iki kez de POMEM sınavlarına girdim. Ama kazanmak nasip olmadı. Hep dua ettim.
Bu sene ise Polis Akademisi'ne başvurdum. Kazandım.
11 ay boyunca eğitim gördüm. Ne disiplin cezası ne de başka bir şey aldım.
Yıl sonu mülakatında beni elediler.
Ben 29 yaşındayım.
Ne yuva kurdum, ne başka bir şey yapabildim
2012'de mezun olunca üç yıla yakın özel sektörde öğretmenlik yaptım. Çalıştığım yerin herhangi bir FETÖ ile bağlantısı yoktur buna eminim.
Öğretmenlik sınavlarına girdim. Zaten az atama oluyordu kısmet olmadı. Ben her şey için elimden geleni yaptım.
Ama benim zamanımda önüme engel koyanlar vardı. Şimdi başkaları koyuyor.
Hiçbir zaman çok şükür haram para yemedim. Allah'tan hayırlısını diledim.
Devran hep aynı devran.
Kol kola gezenler şimdi ayrıldı ve olan benim gibi kırk arkadaşıma oldu.
Hatta birisinin iki hafta sonra düğünü olacaktı.
Ben iyiyim de beni temizlik yapıp okutan annemin, benim için elinden geleni yapan babamın yüzüne bakacağım? Bunların hiç mi acıması yok?
Onlar ya da başkaları ile bir ilişkim olsa ben çoktan polis olmaz mıydım?
İki kez PMYO iki kez POMEM sınavlarına girdim.
Askeri sınavlarda baraj 70, ben 69'da kaldım.
Söyler misiniz ben şimdi ne yapayım?
Son olarak şunu eklemek isterim.
Normalde feragat yapıp (ayrılıp, vazgeçip) okula geri dönülemez. Kişinin adı-soyadı bende saklı. Polis olmaktan vazgeçip feragat verdi. Ancak iki gün sonra beklediği iş olmayınca, siyaset ile geri dönüp polis oldu.
Söyler misiniz benim suçum ne?"