"Kurtar bizi Baba" dan "Abla" ya...
İYİ Parti lideri Meral Akşener'in Ahlat gezisi ile ilgili 2'nci gün izlenimlerimizi sizlere söz verdiğimiz üzere dün aktaramadık. Hem programdaki sarkmalar hem de Muş'tan Ankara'ya uçakla dönüş saatimizin yazıyı gazeteye yetiştirebilme imkansızlığı yüzünden teknik olarak gerçekleştiremedik. Özür diliyorum...
Kuruluşunun üzerinden sadece 1 hafta gibi kısa bir süre geçmesine rağmen Meral Akşener'in ilk yurt içi çıkışını Ahlat'tan yapması büyük bir iddiayı ortaya koyuyordu. HDP'nin oy oranlarının yüksek olduğu noktalara gitmesi orada halkla bire bir temas etmesi en başından alınmış riskli bir karardı. Bomboş sokaklarda gezebilirdi, kahvenin önünde 3-5 kişiyi konuşabilirdi. Bütün bunları bir tarafa bırakın, ilk günden imaj bozacak negatif algılar yaratabilecek provokasyonlara maruz kalabilirdi... Cesur yürekliler hareketi olarak yola çıkan ve daha sonra partileşen bu sürecin lideri Akşener'in bildiğimiz mangal yürekliliğine bir kez daha şahit olduk.
İlk izlenim yazımızda belirttiğimiz gibi, Meral Akşener, R.Erdoğan'ın elinden çok önemli bir silahı almayı kafasına koymuş. Halkla bire bir temas... Bunun Ankara'da oturduğun yerden yapılamayacağını, siyasette tembelliğe yer olmayacağını da sahaya bizzat inerek gösteriyor. Kendine özgü bir metot da seçmiş. Türkiye'yi çapraz dolaşacak. Bir hafta doğuda, bir hafta batıda, bir hafta kuzeyde, bir hafta güneyde... Aralarda 1 haftalık süre olduğuna bakmayın. Bu, oldukça meşakattli bir iştir... Hele korku ikliminin sürdüğü bir siyasi ortamda üstüne üstlük kıt kanaat kaynaklarla...
Meral Akşener'in Ahlat'ta kiraladığı evde yaptığımız sohbette, bir iki önemli noktadan yola çıkarak bazı değerlendirmeler yapmak isterim. Akşener, "burada biz gömlek çıkarmıyoruz. Ortak paydamız vatanseverlik ve hizmet aşkı" dedi. Süleyman Demirel'in Turgut Özal'ı seçime zorladığı süreci hatırlattı.
Programına, tüzüğüne ve kurucularındaki isimlere baktığımızda İYİ Parti kendini merkeze konuşlandırmış gözüküyor. Ancak ben bu durumu ANAP'la özdeşleştirilmesine ve ANAP-DYP çizgisinin bir devamı gibi gösterilmesinin yanlış olduğu düşüncesindeyim. Çünkü, ANAP ve Süleyman Demirel'in DYP'sinin hem kadro olarak hem de program ve ana eksen politikalar olarak birbirlerinin zıttı olduğunu düşünenlerdenim. ANAP ihtilal koşullarının bir ürünü ve o günkü meşhur deyimiyle 4 eğilimi içinde barındıran bir partiydi. Liberaller, muhafazakarlar, solcular ve milliyetçiler. Vatanseverlik ortak paydaları değil, menfaat ve rant için anti demokratik şartlarda bir araya gelmişlerdi ve birbirlerine tahammül ediyorlardı. Bir de halkın çaresizliği ve çok sayıda parti ortada olmasına rağmen alternatifsizlik gibi şansları vardı. Bu 4 eğilimin birbirileriyle kavgası ve itişmesi fırsat bulduğu her ortamda kamuoyuna zuhur ediyordu. ANAP'tan da bugüne akılda kalan tek şey - aynı AKP'de olduğu gibi- talan, yolsuzluk ve bölücülükten başka bir şey değil. ANAP'ın kadrolarında da kimse gömlek değiştirmiyordu ama herkes kendi gömleği içinde birbirini yok etmeye daha fazla siyasi rant ve doğal sonuçlarını elde etmeye çalışıyordu. Birbirlerini çift satır doğruyorlardı. O ANAP'ın meşhur kavgalı dövüşlü ve otel ayılı kongrelerini hatırlayın!..
Millet, siyasi yasaklar kalktın sonra ANAP'a verdiği krediyi kademeli olarak kesti ve siyaset sahnesinden sildi. İhtilal ve siyasi yasakların mağduru Süleyman Demirel'e sınırlı da olsa bir şans daha verdi. Demirel'in kadrolarında da farklı siyasi çizgilerden gelmiş isimler vardı. Ancak Demirel partisinde hiçbir zaman kakofoniye müsaade etmedi. Ta ki Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturup kontrolü kaybettiği sürece kadar. İYİ Partiyi ilk günden takip eden bir gazeteci olarak, tam bu noktada bazı eksiklikler ve çelişkiler gördüm. Tamam daha ilk gündeyiz!.. Fakat bu ileride büyük sıkıntılara sebep olur. Daha ilk günden İYİ Parti söylem birliğinin hayatiyeti üzerinde ciddi kafa patlatmalı. Sözcülerini de doğru bir şekilde tespit etmeli. Kadrolarındaki isimlerin her birinin birbirinden farklı meziyetleri olabilir. Ancak herkesin işi, farklı farklı mecralarda laf yuvarlama olmamalı. Perde arkasında görev yapacaklarla perde önünde söz sahibi olacakların görev tanımlamaları gayet net bir şekilde belirlenmeli. Aksi halde daha ilk günden vatandaşın kafası devamlı karışır. Ölü doğum olmaması için söylem ve hareket birliği İYİ partinin ilk etapta dikkat etmesi gereken konu olduğu düşüncesindeyim.
Siyaset dilinin yumuşatılması konusunda Meral Akşener'e hak veriyorum. Hepimiz buna aşırı özlem duyuyoruz. Ülkenin sıkıntılarını gayet net üslupla halkın anlayacağı dilden anlatan Akşener, dış politika ile ilgili söylemlere daha fazla ağırlık vermeli. Ahlat'ta edindiğim izlenimden örnek vereyim;
Bizlere 2 gün boyunca hizmet veren şoförümüze sordum, "hiç Erdoğan'a oy verdin mi?".. "Hayır" cevabını verdikten sonra devam ettim sormaya, CHP ve MHP'ye de oy vermediğini söyledi. Oy verdiği partiyi ısrarla söylemese de şu sözleri çok ilginçti, "Asla oy vermem ama Cumhurbaşkanının dış ülkelere söyledikleri çok hoşuma gidiyor. Onları yerle bir ediyor..."
Evet!.. Türkiye'de siyaset işte böyle bir şey. Süleyman Demirel, o unutulmayacak "silkele baba düşecekler" sloganı ile iktidara gelmişti. Elinde meşhur fotörü köy köy gezerdi, yeri geldiğinde ağzına geleni de söylemekten de geri durmaz, siyasette iktidar nasıl silkelenirin dersini verirdi.
Bu millet en sıkıntılı zamanında Süleyman Demirel'e "baba" lakabını verdi. "Kurtar bizi baba" dedi. Şimdi benzer bir kredi Meral Akşener'e açıldı. Millet ümit olarak görüyor ki Meral Akşener'e "abla" dedi. "Abla" iyi silkelerse düşecekler!..