“Kobani, IŞİD, Esad” şer üçgeni!
Sadece coğrafi değil, siyasi ve askeri olarak da gizemini koruyan pek çok meçhullerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların, sahte dostlukların, ihanetlerin, çatışmaların hüküm sürdüğü Orta Doğu’da, şimdi de vahşi terör örgütü IŞİD’in Suriye’nin Ayn el-Arap yeni Kürt adıyla Kobani’de giriştiği istila hareketi kendini gösteriyor.
Kuzey Suriye’deki Kürtlerin önemli stratejik bölgesi Kobani, IŞİD güçlerinin eline geçmeye ramak kalırken, dünyanın gündeminden de düşmüyor.
Kobani’de mevcut konjonktürün korunması için çaba gösteren Kürtlerin gün geçtikçe güç duruma düştüğü görülüyor.
Gerçekten de, geleceğe yönelik uzun vadeli hedeflerinin mihenk taşını oluşturan Kobani’nin düşmesi beraberinde, Kuzey Suriye’de son dönemde oluşturulan “Rojava Kantonu”nun çökmesini de getirebileceği sanılıyor.
Kobani’nin stratejik öneminin, sadece Suriye’deki Kürtler açısından değil, Kuzey Irak ve Türkiye’deki Kürtler bakımından da önem arz ettiği öne sürülüyor.
“Rojava Kantonu” oluşumu sözde “Büyük Kürdistan” projesinin Akdeniz’e uzanabilecek kolu olarak hayal ediliyor.
Akdeniz’e açılabilme; gelecekteki Kürt idealinin en öncelikli hedefleri arasında yer aldığı da biliniyor.
İran, Irak, Suriye ve Türkiye arasında sıkışmanın zorluğu, Kürtleri oldukça tedirgin ediyor.
Öte yandan Kobani’nin, IŞİD açısından da en az Kürtler kadar stratejik öneme haiz bir bölge olduğu belirtiliyor.
IŞİD, Kuzey Suriye’de daha geniş spektrumlu bir coğrafi alanı kontrolü altında tutmak istiyor.
Kobani ise, IŞİD’in yayılmaya çalıştığı coğrafyanın tam ortasında yer alarak, vahşi terör örgütü IŞİD’in Suriye topraklarındaki manevra gücünü büyük ölçüde zayıflatıyor.
Kobani’nin tamamen IŞİD’in eline geçmesi hali; Kürtler açısından daha vahim bir tabloyu beraberinde getirmesi de bekleniyor.
Bu yüzden Türkiye’nin Kobani’yi kurtarması ısrarla hatta güç gösterisiyle isteniyor.
Oysa Türkiye’nin, tek başına karadan girişeceği her hangi bir operasyonun çok mahsurları bulunuyor.
Her ne kadar, “insani yardım” için her özveriden çekinmemek lazımsa, doğrudan doğruya cephe açmanın büyük bedelleri şimdiden düşündürüyor hatta endişelendiriyor.
Türkiye, geçmişte Suriye’de uyguladığı yanlış politikalardan dersler çıkararak, olaylara daha ılımlı yaklaşması ve sadece denge unsuru olması icap ediyor.
Üstelik, Kobani bahane edilerek Türkiye’de estirilmeye kalkışılan terör havasının yaydığı endişe içinde, sınır ötesi yardıma koşmanın zorluğu, kendiliğinden doğuyor.
Zaten Türkiye, IŞİD’e karşı tek başına kara operasyonuna girişmeyi “resmen” reddediyor.
Bir bakıma, Türkiye’de yaşananlar, Kobani’de sıkışan Kürtlerin hayatını etkiliyor.
Nitekim, Salih Müslim’in liderliğindeki Demokratik Birlik Partisi (PYD) askeri kanadı YPG tarafından IŞİD’e karşı savunulan Kobani’nin düşmesine kesin gözüyle bakılıyor.
IŞİD güçlerinin Kobani’deki YPG karargâhını ele geçirdikleri ve ABD öncülüğündeki hava saldırılarına karşın neredeyse tamamen kuşattıkları belirtiliyor.
Yazının kaleme alındığı saatte, direnişin sürdüğünü ve en az 700 Kürt’ün ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını da belirtmek bize düşüyor.
İnsanlar yaşarken gelişen acı tatlı olaylar ve sorunlar, dehşet uyandırıyor.
Burada dinler, mezhepler, ırklar, soylar-soplar, sefalet ve refah birbiriyle kıyasıya çarpışıyor.
İnsanlar, olaylar, sorunlar, sınırlar birbirine karışıyor.
Üstelik, Orta Doğu’dan fışkıran “enerji” her şeyi daha da birbirine yüklüyor.
İşte böylesine bir Orta Doğu’da politika yapmak daha doğrusu tutarlı bir şekilde izlemek zorlaşıyor.
Davutoğlu’nun politikası gittikçe tutarsızlaşıyor.
Ne var ki, fatura her seferinde Türkiye’ye ve milletine kesiliyor.
Defalarca belirtildiği üzere; Türkiye iflas eden dış politikasından derhal uzaklaşmanın zamanını yine kaçırıyor.
Artık ortamın “Arap Baharı” kargaşası içinde, “Müslüman Kardeşler” projesini uygulamaya müsait olmadığı hatta mezhep ayrılığına dayanan böylesine bir stratejinin tehlikeli boyutlara ulaştığı kabul ediliyor.
İnsan kendi kendine; neden kanlı olayların, çatışmaların, ihtilallerin ve istilaların İslam aleminde çıktığını soruyor ve sorguluyor.