Kirpiklerinde "Halep sürmesi", gözlerinde kan!..

Yalnızca coğrafyalar ve yarınlar vurulmuyor ateşin cana, toğrağın kana karıştığı sınır boylarında...

Geçmiş de sırtından vuruluyor, bir zamanlar hayallerin "mayın"la parçalanmış canlar gibi sallandığı o zalim tel örgülerin yanıbaşında!..

Bir zamanlar, insanlara terli atların sırtında "ekmek" vererek kaderlerini değiştiren en yakın komşu topraklardan ne yazık ki kan akıyor şimdilerde...

İşte "neden ve niçin" sorusunun mayın pususunda hengameye düştüğü; hazin, kahredici ve en çok da paradoks içeren "kötü" zamanlardır bu zamanlar!..

Çocukluğumun Urfa'sında; yani yaşamlarını Suriye üzerinden "kaçakçılık" yaparak sürdürenlerin yaşadığı Kötüler Mahallesi'nde, içinde akreplerin dolaştığı derme çatma evimizin tam da karşısındaki gecekonduda "Suriye" adlı bir kız yaşardı...

"Suriye!.." Ne kadar tuhaf ve ne kadar şaşırtcı değil mi?.. Babası kaçakçı hamalı olan o kıza neden "Suriye" ismi verildiğini hep merak ederdim...

Aklıma her geldiğinde düşünür, şaşar ve sorgulardım; "Suriye" diye kadın ismi olur mu hiç?..

İleriki zamanlarda Kötüler'deki zalim ekmek çarkının nasıl işlediğini görünce, mayınlı arazilerin ardındaki komşu ülkenin, bir genç kızın sadece yaşamını sürdürmesine değil, nüfus kağıdına da çok şaşırtıcı bir damga vurabildiğini anladım...

Eğitimsiz ve topraksız bir kenar mahalle insanı, kaçakçılık yoluyla da olsa, kendisine, "çay, kahve, kıyafet" ticareti üzerinden kazanç kapısı sağlayan ve çocuklarının karnını doyuran bir komşu ülkeye saygı gösterisinde bulunmuştu belki de...

Anladım ki; kaçakçı atlarının terli sırtında getirilen ve içinde kötülük (!) olmayan eşyalar, bir aileye geçim kapısı ve can verirken, bir genç kızın kimliğinde adeta sevgi ve dostluk nişanesine de dönüşmüştü...

Yani; "Suriye", 40 yıl önce Güneydoğu insanına ekmek parası kazandırırken, aynı zamanda kadınların "adı"nda emeği ve onuru da tanımlar gibiydi!..

***

Ekmek "kaçak", ölüm pervasız!..

Ömrü pervasızca alıp götürürken, yaşamı da adeta arkadan hançerleyen zamanın ihanetleri üzerinden asırlar geçmişçesine, köprülerin altından da çok sular geçti...

Masumiyet taşıyan sürmeli gözleri ve hüzünlü güzelliğiyle dikkat çeken "Suriye" adlı kadın yok artık ortalarda...

O da sınır boylarında jandarmadan kaçarken, Harran çöllerinde tozu dumana katan Arap atları gibi çocukluğunun ve genç kızlığının mazisine koşup yaşamının keşmekeşine karıştı elbet...

Ve evlendi, çoluk çocuğa ve muhtemeldir ki torunlara da kavuştu "Suriye", tıpkı babaları kaçakçı olan tüm yaşıtları gibi...

Ve onun çocuklarıyla torunları belki yine aynı mahallede, yani tüm soyluluğuna rağmen adı ne yazık ki "Kötüler" olan o antik yerleşim biriminde, eminim televizyonlarda Suriye'de yıllardır süren "iç savaş" vahşetini izlerken kahroluyorlardır...

Eminim ki, Kötüler'in kaçakçılıkla büyüyen tüm çocukları gibi onun yavruları ve torunları da çatışma haberlerini görünce çocukluğumda boğuştuğum o şaşkın sorularla cebelleşiyorlardır...

Ve hissediyorum ki; onlar da, kaderi adeta Suriye gibi olan, elleri dövmeli anneleri ya da ninelerine hep aynı soruyu soruyorlardır;

"Senin adın neden Suriye?.."

Kaçakçı hamalının güzel kızı "Suriye" babasının ekmek teknesinin adını kendisine verdiğini biliyordur da, bugünlerde Afrin üzerinden yeniden büyüyen ve Suriye'yi zehirli bir ateşin zoraki cenderesinde tutan vahim gerekçeleri hiçbir zaman anlamayacaktır...

Ve hiç kuşkunuz olmasın, o da bir zamanlar Suriye'den getirilen "Halep sürmesi"yle güzelleşen gözlerinden kanlı yaşlar akarak izliyordur en yakın komşumuzdaki can pazarını...

***

"Kötüler"i özleten düşmanlık!..

Çocukluğumun yoksul Urfa'sında; sırtını Süryani kralı Abgar'ın sarayına dayayan, çevresinde yüzlerce antik mağaranın olduğu Kötüler Mahallesi'ne neden dikkat çektim acaba?..

Ve Suriye'den gelen "ekmek"le karnını doyuran Kötüler'in çocuklarının mazlum zamanlarnda tıpkı bir Şark Çıbanı yarası gibi duran bu anıları neden mi anımsattım?..

Çünkü Suriye sınırlarında 1940-1980 arasında hep kaçakçılar vurulurdu...

Mayınlı sınırlarda jandarma görünce; "ihbarcı"lığın sinsi pususuna düşmüşçesine, tam da bomba dolu toprakların ortasında, karşıya geçerse mayınla, geriye dönerse jandarma kurşunuyla can vereceğini bilenler vuruldu oralarda...

Ve sonra "ekmek"ler de vuruldu Suriye boylarında... 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, sınır ticaretinin (!) bıçak gibi kesilmesinin ardından kaçakçılar ekmeklerini yitirdiler, işsiz kaldılar ve ne yazık ki açlığa mahkum oldular...

Aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu çocuklar işsiz kalan babalarının peşinden Çukurova'ya pamuk ırgatlığına giderken, bir zamanların Suriye şatafatından geriye yalnızca yoksulluk kaldı...

Evet; köprülerin altından çok sular geçti... 30- 40 yıl önce Hatay'dan Mardin'e kadar uzanan yüzlerce kilometrelik sınır boyunda, kimine göre "sınır ticareti", kimine göre de "kaçakçılık" yapan onbinlerce aileye "ekmek" veren Suriye 6 yıldır Türkiye'ye sadece "zarar" veriyor...

Ekonomiyi çökertiyor Suriye politikası... Memleketin neredeyse her köşesinde, "sığınmacı", IŞİD ve PKK üzerinden yıllardır güvenlik sorunu da yaratıyor rezalet Suriye diplomasisi...

Ve ne yazık ki oradan yıllar boyu gelen terörle de değil artık; tam da o topraklarda "terörle mücadele" edilirken de can alıyor Suriye...

Ve şimdilerde; yalnızca Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde sınırdan "ekmek" geliyor diye babasının adını "Suriye" koyduğu o kadın değil, memleketin milyonlarca evladı da hep aynı soruyu sorup duruyor;

"Ne yazık ki artık topraklarında 'şehit' de verdiğimiz Suriye ile durup dururken neden düşman olduk?.. Memlekete bu 'kötü'lükler ne uğruna, kimler için ve neyin karşılığında yapıldı?.."

Yazarın Diğer Yazıları